Çocuk Edebiyatına İçeriden Bir Bakış: Yunus Meşe
Sizi çocuklar için yazmaya yönelten nedir?
Artık çok uzakta kalan, bir yaz akşamında toprağa uzanıp yıldızları izleyen, izlerken evrenin büyüsüne kapılıp hayranlık duyan; ilkbaharda kavak ağaçlarından yayılan polenleri kovalayan; ilkel olta takımlarıyla balık avlamaya çalışan; kendince enstrümanlar yapıp kalbindeki müziğe ses bulmaya çalışan, o çocuk için yazıyorum. O çocuğu bulmak ve onun yaşadığı duyguları yeniden yaşamak için yazıyorum. Onun yürüdüğü yollardan bir kere daha yürüyebilmek için yazıyorum.
Çocuklar için yazmanın yetişkinler için yazmaktan daha zor olduğuna inanıyor musunuz?
Bu konuda bir kıyas ya da karşılaştırmayı doğru bulmuyorum. Yazmak başlı başına zor bir eylemdir zaten. İçinde nitelikli olma, yarına kalabilme, karşılık bulma, duyguları harekete geçirme, özgünlük gibi kaygıları barındıran zor bir eylemdir. Bu gerçeklikle birlikte çocuklara yazmak daha sınırlayıcıdır. Gezinebileceğiniz alanlar, dokunacağınız çizgiler çok daha belirgindir. Çocuğun psikolojik ve fiziksel gelişimi yazarı buna zorlar.
Çocuklara hitap eden metinlerinizde "olmazsa olmaz"ınız nedir? Sizce yazma sürecinizde bu ölçütünüz değişebilir mi?
Benim için bu ölçüt; çocuğu dikkate almak ve çocuğun zekâsına saygı duymaktır. Yazdığım alan, içerik ya da tür değişse bile ölçütüm değişmez. Çünkü, çocuğun zekâsına saygı duymayan, onun adına kararlar alan, onun yerine söz söyleyen metinlerin nitelikli olabileceğine inanmıyorum.
Çocuk edebiyatının ülkemizde ve dünyadaki gelişimini takip ediyor musunuz? Diğer yazarları okur musunuz? Gidişat nasıl?
Farklı, özgün çalışmalar keşfetmek biraz da olan bitenden haberdar olmak amacıyla takip ediyorum elbette. Benden önce yazılanları keşfetmek, birlikte yürüdüğümüz arkadaşların yönlerini kestirmeye çalışmak çok keyifli bir durum benim için. Özellikle çağdaşım olan yazarları ayrı bir heyecanla takip ediyorum. Ve umutsuz değilim. Çocuk yayıncılığında iyi bir noktada olduğumuzu gönül rahatlığıyla söyleyebilirim. Beni endişelendiren bir durum var sadece; yayınevlerinin çocuk edebiyatına olan ilgisi yazar iştahını da kabartmış görünüyor. Bu durum, yayın sayısını arttırırken niteliğin azalmasına neden oluyor. Doğru seçimler yapılmazsa nitelikli işlerin gölgede kalmasından endişe ediyorum. Fotoğrafın geneline baktığımızda diğer ülkelerdeki çocuk yayıncılığıyla yarışabildiğimizi söyleyebilirim.
Yazarken edebî kurgu ve dile mi yoksa öğreticiliğe mi ağırlık veriyorsunuz? Sanat mı eğitim mi?
Önceliğim her zaman için sanat. Çocuğa nitelikli bir içeriği, iyi bir anlatım ve özgün bir üslupla sunmak istiyorum. Metinlerim, çocuk okurda estetik bir uyanışa yol açsın istiyorum. Bunları yapmaya çalışırken mesajı da es geçmiyorum elbette.
Çocuk edebiyatı hakkında genel kabul görmüş ama katılmadığınız klişeler var mı? Rahat olabilirsiniz biz bizeyiz.
Klişe olarak değerlendiremeyiz belki ama "çocuk edebiyatı eserlerinin arındırılmış bir içeriğe sahip olması gerekir" algısı beni fazlasıyla rahatsız ediyor. Steril ortamlarda, yapay gerçekliklerle, steril çocuklar kurgulamak zorundaymışız gibi bir tavır söz konusu. Bu sadece yazar zihnine yerleşmiş bir algı değil. Ailelerden, okullardan gelen talepler de bu yönde. İyi bir yazar, bu sınırların dışına çıkabilmeli. Çocuğu hayatın gerçekliğiyle tanıştırmalı bence. Tabii, çocuğun psikolojik, ruhsal ve fiziksel gelişimini göz ardı etmeden.
Çocuk kitapları yayıncılığında sizce en büyük eksiğimiz nedir? Bilgisayarda açtığınız boş dosyadan kitabınız okurun eline ulaşana kadar hangi basamak sizi en çok zorlar?
Çocuk yayıncılığında bence en büyük eksikliğimiz profesyonellik. Bu alanda çalışan, emek veren insanların çalışma alanları, iş tanımları maalesef net değil. Editör ne yaptığını ne yapacağını, ne yapması gerektiğini kestiremiyor. Çizer, yayınevi ve yazar arasında kalıyor. Yazar, emeğinin karşılığını bulamıyor. Yapılan sözleşmeler daha çok yayıncıyı korumaya yönelik maddeler barındırıyor. Sözleşmeden haberi olmayan yayıncılar da var… Bu liste uzayıp gider. Aklıma gelen temel sorunları sıraladım. Yazar penceresinden baktığımda da en büyük eksikliğin ya da zorluğun belirsizlik olduğunu düşünüyorum. Yazar, dosyasını hazırladıktan sonra yayıncıların insafına kalıyor bazı şeyler. O dosyanın cevap bulması ayları bazen yılları bulabiliyor. Dosyanın kabul edilmesi bazen bir yayın kurulunun bazen de yayın kurulu adı altında bir editörün o anki ruh haline göre değişebiliyor. Genel sorunların dışında şahsi yazım serüveninde beni en çok zorlayan basamak; parlak bir fikir bulmaktır. Beni heyecanlandıran, yazmaya zorlayan bir fikir bulduktan sonra gerisini işlemek, şekillendirmekte zorlanmıyorum.
Yazdıklarınızla çocuklara erişebilmenin bir ön şartı var mıdır? Çocuk sevmek, çocuk sahibi olmak, çocuklarla iyi anlaşmak gibi.
İlk ve tek şartım, sevgi. Sevmediğiniz bir şeyi sevdiremezsiniz. Bir yazar olarak ruhunuz sevginin uzağındaysa çocuk okur satırlarınızda bunu hisseder. Sizden ve yazdıklarınızdan uzaklaşır. Sevelim, rüyasını görecek kadar sevelim.
Çocuk kitaplarında ne görürseniz sizi rahatsız eder? Çocuk hayatının da gerçeklerinden olan olumsuzluklarla kitabınızın içeriği arasındaki dengeyi nasıl belirlersiniz?
Çocuk kitaplarında, çocuğa temiz bir içerik sunmak ve çocuğu korumak kaygılarıyla yaşamın gerçekliğinden uzak yapay, steril metinler görmek beni rahatsız eder. Aynı şekilde çocuğu yaşamın gerçekleriyle buluşturmak gerekir düşüncesiyle çocuğa şiddet, argo, cinsellik gibi konuların herhangi bir denetimden geçmeden sunulması da beni rahatsız eder. Bu dengeyi sağlayabilmek için çocuğun fiziksel ve ruhsal gelişimini bilmek ve metinleri yontmak gerekiyor bana göre.
Okuyan çocuğun daha iyi bir insan olacağına dair elimizdeki dayanak nedir?
Bir dayanağım yok. Ancak, yeryüzünde insanın var olduğu ilk günden bugüne kadar iyi ve kötü kavgasının var olduğunu biliyorum. Okuyan çocuk, içinde bulunduğu dünyada iyiyi ve kötüyü belirlemek adına güçlü bir süzgece sahip olur. Akıl ve kalp iş birliğiyle atar adımlarını. Yavaşlar ve sorgular. Sorgulayabilen bir çocuğun da iyiden yana tavır alacağına inanıyorum.
Ebeveyn ve öğretmenlerin çocuk okumalarına katkısı gerekli veya yeterli mi? Çocuk bu konuda yönlendirilmeli mi, nasıl yönlendirilmeli, kitap nasıl seçilmeli ve okunmalı?
Aile yapımız değişti. Çocuğun, aile dışından bir bireyle etkileşim kurma durumu 4 yaş civarına düştü. Aile dışında bir yetişkinle bağ kurduğu ilk birey de öğretmeni oluyor çoğunlukla. Öğretmen merkezde olduğu için yönlendirme yapması da kaçınılmaz. Ancak, ben öğretmenlerin yönlendirme konusunda yeterli ya da beklenen profilde olduklarını düşünmüyorum. Günceli takip etmeyen, listelerden kurtulamayan, belirli kalıplarda okumalar yapan ve yaptıran bir öğretmen yönlendirme konusunda ne kadar etkili olabilir? Aynı şekilde, öğretmenin belirlediği listeleri kutsal kabul eden, içeriği sorgulamayan, çocuğuna aldığı kitapları okumayan, incelemeyen ebeveynler yönlendirme konusunda ne kadar etkili olabilir?
Kitaplar, anne babaların ve çocukların ortak kararları doğrultusunda seçilmeli ve mutlaka etkileşimli okumalar yapılmalıdır. Evde ya da sınıfta belirlenen kitaplar üzerine konuşma saatleri ayarlanmalı ve içerik çocuğun katılımıyla tartışılmalıdır.
Okurlarınızla buluşuyorsunuzdur. Hangi çocuk sizi heyecanlandırır? Çocuklardan beklentiniz nedir?
Sık sık buluşuyorum ve bu buluşmalardan büyük keyif alıyorum. Gözleri parlayan, merak eden, soru soran, kitabı biraz yıpratarak satırların altını çizerek, notlar alarak okuyan çocuk beni heyecanlandırır. Keşif arzusuna sahip olan çocuk beni heyecanlandırır.
Modern pedagojiyle aranız nasıl? Geleneksel yöntemlerle modern pedagoji arasında nerede duruyorsunuz? Yazdıklarınızda hangisinin ağırlığı daha fazladır?
Modernizm kavramına inanmıyorum. Bu kavramın bana hatırlattıklarına ve dayattıklarına güvenmiyorum. Yine de çocuklarımı ve günümüz çocuğunu anlayabilmek adına modern pedagojinin sınırlarında geziniyorum. Ancak, bu gezintilerimin bir yerde geleneksel çizgiyle buluştuğunu, çoğunlukla gelenekten beslendiğimi söylemeliyim.
Bugünün yazarları kalıcı eserler bırakabilecek mi? Sizce çağdaşlarınızdan kim yüz yıl (yüz çok olduysa elli diyelim) sonra da okunur?
Bugün "kalıcılık" ifadesinin neye karşılık geldiğini tespit etmek zorundayız öncelikle. Sonsuz bir tüketim döngüsü içerisindeyiz ve her üretim henüz banttan inmeden eskiyor. İlerleyen süreçte çok daha hızlı bir tüketim yaşanacağı kanaatindeyim. Bu pencereden bakınca bırakın elli yılı bir yazarın on yıl sonra hala okunuyor olmasını kalıcılık olarak değerlendiririm. Bütün bunlara rağmen çağını aşacak isimlerin çıkacağına inancım tam.
Yetişkin bir yazarın bugünkü çocuğun diline, düşüncesine sahip olması mümkün müdür, gerekli midir? Farklı kuşakların bağını koruyabilmek için dünyalararası bir köprüye mi yoksa tek dünyalaşmaya mı ihtiyaç var?
Yetişkin bir yazar, bugünkü çocuğu anlamak zorunda değil. Genel anlamda çocuğu anlamak, onun dilini, dünyasını tanımak zorunda. Bir yetişkin çocuk zihnini bütünüyle anlayamaz. Çünkü değişmiştir. Saflığını kaybetmiştir. Ön yargıları, inançları, tutumları, beslendiği kaynaklar, kaygıları, beklentileri, tecrübeleri onu dönüştürmüştür. Çocuğun düşünme biçimini bütünüyle kavrayamasa bile kendi çocukluğundan yola çıkarak çocuk zihnine ulaşabilir. Tek dünyalaşma bizi aynı kılar. Yazar, aynılığa meydan okuması gereken kişidir bana göre. Bu nedenle yazar geçmişle gelecek arasında bir köprü kurmalıdır. Günümüz çocuğunu o köprüden geçirerek yarına ulaştırmalıdır.
Günün şartları ve çocuk edebiyatının ticarîleşmesi sizi korkutuyor mu? Okumak bir lüks, yazarlar marka, okurlar müşteri olmaya doğru mu gidiyor? Giderse ne olur?
Yayıncılığın bir sektör olduğunu, insanların buradan para kazandığını ve geçimini sağladığını unutmamak gerekiyor. Bu alanda salt edebiyat kaygısıyla üretim yapanların varlığı gibi para kazanma kaygısıyla iş yapanlar da var. Yazar için de bu durum geçerli. Sanatsal değeri yüksek, nitelikli, çağın üzerinde bir eser bırakmak isteyen yazarın yanında günü kurtarmanın derdinde olan, yazı yoluyla öne çıkmaya, popüler olmaya çalışan isimler de var. Ve var olmaya devam edecek. Bu ticarileşme beni korkutmuyor. Aksine iyi metinlerin görünürlüğünün artması için önemli bir fırsat olarak değerlendiriyorum bu durumu.
Okumanın bir lüks olduğuna inanmıyorum. Günümüz şartlarında, fiyat dengesizliğinden belki şu an birincil ihtiyaç konumunda değil. Ancak, gün içindeki harcamalarla kıyasladığımda kitap ücretlerinin uygun olduğunu görüyorum. Önceliklerimiz değişiyor sadece. Yayıncı gözüyle baktığımızda okur her zaman müşteriydi zaten. Bu yeni bir şey değil. Okur, müşteri olmazsa yayıncılık sektörünün devamlılığı nasıl sağlanacak? Para kazanmayan bir yayıncı hangi motivasyonla kitap basmaya devam edecek? Yazarın, okurunu müşteri olarak görmesini bir sorun olarak değerlendirebilirim. Bu durumda yazar bir meselesi olan insan konumundan çıkıp bir tüccara dönüşür. Bu dönüşüm de niteliği öldürür.
Sosyal medyada binlerce kitap değerlendirme hesabı var. Bunlar sizce okurları doğru yönlendiriyor mu, işe yarıyor mu? Kitap incelemeleri, değerlendirmeleri, eleştirileri noktasında neredeyiz? Takip ettiğiniz, çocuk kitaplarını değerlendiren bir mecra var mı?
Sosyal medya ve popülerlik etkisiyle kitap tanıtımlarını "iş" olarak yapan isimler, hesaplar çok fazla. Bu durum onlar için bir geçim kapısı. Kitabın sahip olduğu nitelikleri önemsemeden tanıtıp, büyük keyifle okuduğunu söyleyerek, işlerine bakıyorlar. Kitabın ne anlattığına dair herhangi bir fikri olmadan kitap tavsiye eden hesaplarla dolu her yer. Bunlardan büyük bir hızla kaçıyorum. Bu önerilerin işe yaramayacağının da bilincindeyim. Yayın dedektifi, KitapHaber, Okur Dergisi gibi kitabı ve niteliği önemseyen yerleri, oluşumları takip ediyorum daha çok.
Yazar: A. Erkan AKAY - Yayın Tarihi: 21.05.2025 09:00 - Güncelleme Tarihi: 21.04.2025 11:07