Son yıllarda siyaset projeler üzerinden değil, kimlikler üzerinden de şekilleniyor.
Din, etnik köken, mezhep, cinsiyet ya da aidiyet temelli siyasi pozisyonlar, çoğu zaman kişilerin kendi sesiyle var olma ihtimalini ortadan kaldıran bir kıskaca dönüşmüş durumda.
Kimlik siyaseti, başlangıçta bir eşitlik talebiyle ortaya çıkmış olabilir; ancak bugün geldiği noktada bireyi görünmez kılan, onu bir grubun temsiline indirgeyen sınırlı ve baskılayıcı bir dil yaratmaktadır.
Kimlik temelli siyasal yaklaşım, çoklukla kapsayıcılık iddiasıyla hareket eder; ama pratikte dışlayıcılık üretir.
Bireyin karmaşık kimliğini anlamak yerine onu belli bir kimlik kalıbına sıkıştıran bu siyaset tarzı, bir süre sonra şahsi ifade alanlarını boğar.
Oysa kişi, birden çok aidiyetin taşıyıcısı olabilir; hatta bazen kendini bir kimlik üzerinden de tanımlamak istemeyebilir.
Kimlik siyaseti bu esnekliği tanımadığı anda, bireyi temsil etmek yerine onu hapseder, yok sayar.
Kolektif kimliğin mutlaklığı: Siyasi ahlakı yok eder
Kimlik siyaseti, bireyleri grup kimliği üzerinden konumlandırdığında, siyasi tartışma da fikirlerin değil, kimliklerin yarışına dönüşür.
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
Bir görüşün değeri, mantık ya da fayda üzerinden değil; hangi gruba ait olduğu üzerinden değerlendirilir.
Bu da siyasal aklın yerini kimliksel reflekslere, ahlaki sorumluluğun yerini grup dayanışmasına bırakmasına yol açar.
Kimliklerin mutlaklaştırıldığı bu düzen, toplumsal uzlaşıyı zorlaştırır.
Çünkü kimlik siyaseti, farklılığı tanımak yerine, farklılığı tehdit olarak kodlamaya eğilimlidir.
Karşıt kimlikler ve kişiler “düşman”, “tehdit” ya da “hain” ilan edilir.
Bu da siyaseti bir uzlaşı alanı olmaktan çıkarır, ayrışma, cepheleşme ve kimlik savaşına dönüştürür.
Kamusal alan bireyin görünmez kılıyor
Kimlik siyasetinin yarattığı en önemli sorunlardan biri de kişilerin kamusal alandaki görünmezliğidir.
İnsanlar, birey oldukları için değil; ait oldukları grup adına konuştukları için dikkate alınır.
Bu, ifade özgürlüğünün doğal alanı olan kamusal alanı, temsil savaşına çevirir.
Her birey, kendi adına değil; “temsil ettiği” şey adına konuşmak zorundaymış gibi davranır.
Bu durum, hem bireyin kendini ifade etme kapasitesini azaltır hem de toplumsal diyaloğu sığlaştırır.
Herkesin birbirini “temsili kimlik” üzerinden okuduğu bir toplumda, empati yerini önyargıya, birlikte yaşama isteği yerini zıtlaşma ve çatışma refleksine bırakır.
Kimlik siyasetine yerine bireysel özgürlük ve esneklik
Siyaset, toplumsal grupların hak arayış alanıdır, bu doğrudur.
Ancak bu hak arayışının bireyin kendilik değerini ve özgür iradesini bastıran bir dile dönüşmesi, toplumsal barış ve demokratik olgunluk için tehlikelidir.
Kimlik temelli adalet arayışları, bireyi unutmadan yapıldığında kapsayıcı olabilir.
Ancak birey unutulduğunda, her kimlik kendi mutlak doğrusuyla diğerini bastırmaya başlar.
Kimlik siyasetine karşı çıkmak, kimlikleri reddetmek anlamına gelmez.
Aksine, kimliği bir ifade alanı olarak kabul etmek ama bireyin kendi kimliğini inşa etme hürriyetini korumak anlamına gelir.
Çünkü bireyin hür olmadan dahil olduğu her kimlik, bir aidiyetten çok bir yük haline gelir.
Seçmen kitlesini canlı tutmanın tek yol kimlik siyaseti değildir
Kimlik siyasetinin tuzağı, bizi daha özgür bireyler yapacağı yerde daha kutuplaşmış kitlelere dönüştürmüş olmasıdır.
Siyaset eğer bireyi geri plana iterse, ahlaki sorumluluk da, demokratik katılım da zayıflar.
Oysa seçmeni ya da taraftarı siyasete bağlı tutmak için kimlikleri sürekli ön planda tutmak şart değildir.
Tam tersine, siyasal aidiyetin sürekliliğini sağlayan daha derin, daha sürdürülebilir yöntemler mümkündür.
Katılımcı demokrasi araçları, yerel düzeyde etkileşim kanalları, değer temelli söylemler ve bireyin sorunlarını doğrudan gören çözümler bu yöntemlerden bazılarıdır.
İnsanlar sadece kimliklerine hitap edildiği için değil; anlaşıldıklarını, etkileyebildiklerini ve birlikte yol alınabildiğini hissettiklerinde siyasete daha çok bağlanırlar.
Bu nedenle çözüm, kimliklerin varlığını tanırken, bireysel özgürlüğü mutlak değer olarak kabul eden yeni bir siyasi dildir.
Bu dil, farklılıkları araçsallaştırmak yerine, anlamlı diyaloglar kurmayı, bireysel iradeye alan açmayı ve kolektif aklın önünü açmayı hedeflemelidir.
Toplumsal barış, kimliklerin yarışıyla değil; bireylerin birbirini anlamasıyla, kendi kimliği içinde başkasını da barındırabilmesiyle mümkün olur.
Bireyi yeniden siyasetin merkezine almak, hem siyasal ahlakın hem de toplumsal uzlaşının yeniden inşasının ilk adımıdır.
*Bu içerik serbest gazeteci veya konuk yazarlar tarafından hazırlanmıştır. Bu içerikte yer alan görüş ve ifadeler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.