DOLAR 41,7400 0,25%
EURO 48,5603 0,46%
ALTIN 5.420,070,07
BITCOIN 51479611.0851299999999999%
İstanbul
14°

HAFİF YAĞMUR

SABAHA KALAN SÜRE

SABRİ KARADOĞAN

SABRİ KARADOĞAN

20 Eylül 2025 Cumartesi

Atlantik Okyanusu’nun Altında Keşfedilen Devasa Tatlı Su Rezervuarı

Atlantik Okyanusu’nun Altında Keşfedilen Devasa Tatlı Su Rezervuarı
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Atlantik Okyanusu’nun altında, ABD’nin kuzeydoğu kıyısı açıklarında, gözenekli çökeltiler içinde sıkışıp kalmış devasa deniz altı tatlı su akiferi keşfedildi.

Bilim insanları, Atlantik Okyanusu’nun altında gizlenmiş, New Jersey’den Maine’e kadar uzanan devasa bir tatlı su akiferinin varlığını doğruladılar. Bu dikkate değer keşif, bir gün dünyanın büyüyen su krizinin ele alınmasına yardımcı olabilir, ancak insan kullanımı için kullanılmadan önce birçok zorluk devam ediyor.
Onlarca Yıldır Yapım Aşamasında Olan Bir Keşif
1970’lerde, Doğu Kıyısı açıklarında hidrokarbon sondajı yapan bir ABD hükümeti araştırma gemisi, beklenmedik bir şekilde deniz tabanının yüzlerce metre altında tatlı suyla karşılaştı. O zamanlar sınırlı teknoloji, bilim adamlarının akiferin boyutunu veya kökenini belirlemesini engelledi ve onu ilgi çekici bir anormallik olarak bıraktı. Bulgu, tatlı suyun okyanusun altındaki gözenekli tortul katmanlarda kalabileceğini ve muhtemelen buzul geri çekilmeleri gibi geçmiş jeolojik olaylar sırasında sıkışıp kalabileceğini öne sürdü.
Jeolojik Önem: Deniz altı akiferleri nadirdir ancak yeraltı suyu sistemlerini ve geçmiş çevre koşullarını anlamak açısından kritik öneme sahiptir. Buzul erimesinden veya meteorik kaynaklardan gelen eski suları koruyabilirler ve Dünya’nın iklimsel ve tektonik tarihi hakkında ipuçları sunabilirler.
2025 yılında, ABD Ulusal Bilim Vakfı ve Avrupa Okyanus Araştırma Sondajı Konsorsiyumu tarafından finanse edilen 25 milyon dolarlık bir görev olan Expedition 501, bu akiferi araştırdı. Araştırmacılar, Liftboat Robert gemisini kullanarak Cape Cod açıklarındaki deniz tabanına 400 metreye kadar sondaj yaparak kumtaşları ve silttaşları gibi gözenekli tortul kayaları hedef aldılar. Üç ay boyunca, çoğu tuzluluk seviyesi binde 1 parçanın altında olan 50.000 litreden fazla su örneği çıkardılar ve bu da tatlı suya yakın koşullara işaret ediyor (içme suyuyla karşılaştırılabilir, kirletici maddeler için kimyasal analiz bekleniyor).
Atlantik Okyanusu, Yeraltı Suyu, Okyanuslar
Temel bulgularAkifer, kıta sahanlığının altında geniş bir alana yayılıyor ve ön jeofizik araştırmalara göre potansiyel olarak yüzlerce kilometreye kadar uzanıyor.
ATER örnekleri, muhtemelen rezervuarın karışmayı önleyen geçirimsiz kil veya şeyl katmanları ile izole edilmiş olması nedeniyle, tatlı içme suyuna yakın ve tipik deniz suyunun binde 35 parçasının çok altında, düşük tuzluluk rezervuar seviyelerine işaret etmektedir.
Akifer muhtemelen Pleistosen döneminde, düşük deniz seviyelerinin meteorik suyun veya buzul eriyik suyunun kıyı çökeltilerine sızmasına izin verdiği ve daha sonra yükselen denizler tarafından kapatıldığı zaman oluşmuştur.
Hipotez: Akiferin açıklandığı gibi “muazzam” boyutu ve kapsamı, sınırlarını haritalamak ve hacmini tahmin etmek için sismik görüntüleme ve ek sondaj yoluyla daha fazla doğrulama gerektiriyor. Mevcut veriler önemli bir rezervuar olduğunu gösteriyor, ancak kesin ölçüm bekleniyor.
Aşağıda ne kadar su var?
Ön tahminler, akiferin New York büyüklüğünde bir şehre yüzyıllar boyunca yetecek kadar tatlı su içerebileceğini gösteriyor. Suyun tuzluluğu bölgelere göre değişiyordu, bazı örnekler binde 1 kısım kadar düşük ölçülüyordu – esasen tatlı içme suyu. Bu, rezervuarı şimdiye kadar tanımlanmış türünün en büyüklerinden biri haline getiriyor ve potansiyel olarak ABD Büyük Ovalarını kapsayan Ogallala Akiferine rakip oluyor.
Su nereden geldi?
Bilim adamları şimdi bu gizli kaynağın kaynağını belirlemek için çalışıyorlar. Son Buzul Çağı sırasında sıkışıp kalan buzul eriyik suyundan veya binlerce yıl önce deniz seviyelerinin daha düşük olduğu zamanlarda kıyı çökeltilerine sızan yağmurdan oluşmuş olabilir. Su “genç” ise bu, akiferin hâlâ karadaki yeraltı suyuna bağlı olduğu ve yavaş yavaş yeniden şarj olabileceği anlamına gelir. “Eski” ise kaynak sınırlı olabilir.
Bunu yanıtlamak için ekipler, dünya çapındaki laboratuvarlarda numunelerin kimyasını, izotoplarını ve mikrobiyal yaşamını analiz ediyor. Sonuçlar hem suyun yaşının hem de insan tüketimi için güvenli olup olmadığının belirlenmesine yardımcı olacak.
Bu Neden Önemli?
Birleşmiş Milletler, 2030 yılına kadar küresel tatlı su talebinin arzı %40 oranında aşacağı konusunda uyarıyor. Yükselen denizler halihazırda kıyı akiferlerini tuzla kirletirken, devasa veri merkezleri ve artan nüfus mevcut rezervler üzerinde artan bir baskı oluşturuyor. Güney Afrika’nın Cape Town kenti gibi şehirler halihazırda su kaynaklarının neredeyse çökmesiyle karşı karşıya kaldı.
Denizaltı akiferlerinin güvenli ve yenilenebilir olduğu kanıtlanırsa kuraklık veya kriz sırasında acil durum rezervi görevi görebilirler. Afrika, Asya ve dünyanın diğer bölgelerinde de benzer yataklar mevcut olabilir ve bu da halihazırda kıtlıkla mücadele eden bölgeler için umut verebilir.
Önümüzdeki Zorluklar
Verdiği söze rağmen bu suyu kullanmak hiç de kolay değil. Çıkarmak pahalı ve teknik olarak zor olacaktır. Mülkiyet, düzenleme ve çevresel etki sorunları çözülmemiş durumda. Bazı bilim insanları, deniz altı yeraltı suyunun okyanus ekosistemlerini desteklemede rol oynayabileceği ve büyük ölçekli pompalamanın öngörülemeyen sonuçları tetikleyebileceği konusunda uyarıyor.
Keşif gezisinin eş baş bilim adamı Brandon Dugan’ın açıkladığı gibi: “Toplum için daha fazla su bulmak için her olasılığı aramamız gerekiyor. Ancak keşif ile sorumluluk arasında denge kurmalıyız.”
Sırada Ne Var?
Keşif gezisinin örnekleri şu anda dünya çapındaki laboratuvarlarda ayrıntılı bir incelemeden geçiyor. Önümüzdeki yıl içinde bilim insanları suyun yaşını, kökenini ve kimyasını belirlemeyi ve suyun yenilenebilir bir kaynak mı yoksa Dünya’nın eski geçmişinin bir kalıntısı mı olduğuna dair içgörüler sunmayı umuyorlar.
Şimdilik, Atlantik’in altındaki gizli akifer hem bilimsel bir atılım hem de gezegenin görünmeyen rezervlerini hatırlatıyor. İnsanlığın bunları kullanıp kullanamayacağı veya kullanması gerekip gerekmediği açık bir soru olmaya devam ediyor.

Devamını Oku

Türkiye’de Orman Yangınları: Çok Boyutlu Bir Analiz, Etkileri ve Geleceğe Yönelik Stratejiler

Türkiye’de Orman Yangınları: Çok Boyutlu Bir Analiz, Etkileri ve Geleceğe Yönelik Stratejiler
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Türkiye’de Orman Yangınları: Çok Boyutlu Bir Analiz, Etkileri ve Geleceğe Yönelik Stratejiler

1. Giriş

Bu yazı,Türkiye’nin orman yangınları sorununu, tarihsel istatistiklerden başlayarak ekolojik, ekonomik ve sosyo-politik boyutlarına kadar derinlemesine incelemektedir. Eldeki veriler, orman yangınlarının artık yalnızca mevsimsel bir tehlike olmaktan çıkıp, iklim krizi ve kökleşmiş yapısal sorunlarla tetiklenen, ulusal güvenliği tehdit eden çok boyutlu bir krize dönüştüğünü göstermektedir.

Tarihsel kayıtlara göre, 1937-2024 yılları arasında Türkiye’de toplam 126 bin 268 orman yangını meydana gelmiş ve 1 milyon 907 bin 265 hektar alan tahrip olmuştur. Bu 88 yıllık süreçte yıllık ortalama yangın sayısı 1435 iken, son on yılda (2015-2024) bu ortalama 2732’ye yükselmiştir. Bu eğilim, yangın aktivitesinin hızlandığının somut bir kanıtıdır. Daha da önemlisi, son yıllarda yangın sayısındaki %11,2’lik artışa karşılık, yanan alan miktarında %85,5’lik dramatik bir yükseliş yaşanması , çıkan yangınların daha büyük, daha yıkıcı ve kontrolü daha zor hale geldiğini ortaya koymaktadır. Özellikle 2021 ve 2024 gibi felaket yılları, Cumhuriyet tarihinin en geniş alanlarının kül olmasıyla bu sorunun aciliyetini bir kez daha vurgulamıştır.  

Yangınların ezici çoğunluğu (%90’dan fazlası) insan kaynaklıdır. Ancak, yangın nedenlerinin yaklaşık yarısının (%47,4) “bilinmeyen” olarak kaydedilmesi , mevcut sistemin en büyük zafiyetlerinden biridir. Bu yüksek oran, kasıtlı eylemlerin ya da ihmallerin yeterince aydınlatılamadığını ve caydırıcılık mekanizmasının zayıfladığını düşündürmektedir.  

Yangınların sonuçları, yalnızca ağaç kaybıyla sınırlı kalmamaktadır. Analizler, orman yangınlarının doğrudan ve dolaylı ekonomik kayıplara (tarım, turizm, hayvancılık), halk sağlığı üzerindeki ciddi tehditlere (dumanın neden olduğu solunum ve kalp-damar hastalıkları) ve yerleşim yerlerinin tahrip olmasıyla ortaya çıkan sosyal sorunlara yol açtığını göstermektedir.  

Bu çok katmanlı krizle mücadele için makalenin temel önerileri, bütüncül bir yaklaşıma odaklanmaktadır. Bunlar arasında; akıllı gözetleme sistemleri (insansız hava araçları ve IoT tabanlı sensörler) ile erken müdahaleyi hızlandırma , yasal boşlukları giderme ve ormancılık dışı amaçlarla orman tahsislerini sınırlama , toplumsal bilinci artırma ve iklim krizine uyum sağlayacak dirençli orman ekosistemleri oluşturma yer almaktadır. Geleceğe yönelik en kalıcı çözüm, yangınları sadece bir söndürme operasyonu olarak değil, aynı zamanda iklim krizinin bir sonucu olarak ele alan, önleme ve adaptasyonun merkeze alındığı bütüncül-entegre bir orman yönetimi vizyonuyla mümkün olacaktır.  

2. Türkiye’de Orman Yangınlarının Genel Değerlendirmesi: Tarihsel ve İstatistiksel Bir Bakış

2.1. Yıllara Göre Yangın Sayıları ve Yanan Alan Miktarları: Bir Dönüşümün Analizi

Türkiye, coğrafi konumu ve iklim yapısı itibarıyla her yıl orman yangınları riskiyle karşı karşıya kalmaktadır. Ormancılar Derneği ve Orman Genel Müdürlüğü (OGM) verileri, ülkenin bu alandaki uzun vadeli mücadelesini gözler önüne sermektedir. 1937-2024 yılları arasındaki 88 yıllık dönemde toplamda 126 bin 268 orman yangını çıkmış ve 1 milyon 907 bin 265 hektar orman alanı zarar görmüştür. Bu dönemde yangın başına düşen ortalama alan miktarı 15,1 hektar olarak kaydedilmiştir.  

Ancak, bu uzun vadeli istatistikler, son yıllardaki dramatik değişimi gizlemektedir. Analizler, özellikle son on yılda (2015-2024) yangın aktivitesinde endişe verici bir artış yaşandığını ortaya koymaktadır. Bu dönemde çıkan toplam yangın sayısı 27 bin 332’ye ulaşmış, yıllık ortalama yangın sayısı ise 1435’ten 2732’ye yükselmiştir. 2024 yılında 3800 yangın çıktığı ve bu sayının 2000’li yılların ilk on yılındaki 2091’lik yıllık ortalamanın oldukça üzerinde olduğu belirtilmiştir.  

Bu verilerdeki en önemli bulgulardan biri, yangın sayısı ve yanan alan miktarı arasındaki oransız artıştır. Bir rapora göre, son beş yılda yıllık ortalama yangın sayısı %11,2 artış gösterirken, yanan alan miktarı %85,5 gibi kaygı verici bir oranda yükselmiştir. Bu istatistik, orman yangınlarının sadece sıklıkla değil, aynı zamanda yıkıcılıkları ve büyüklükleriyle de artış gösterdiğini kanıtlamaktadır. Yani, çıkan her bir yangın, geçmişe göre çok daha geniş bir alana yayılma ve daha büyük bir yıkıma neden olma potansiyeli taşımaktadır. Bu durum, yangınların doğasında tehlikeli bir dönüşüme işaret etmektedir. Bu dönüşümün ardındaki nedenler arasında, iklim krizinin etkisiyle yaşanan aşırı sıcak ve kurak hava koşulları ile ormanlardaki yanıcı madde miktarının artması gibi fiziksel faktörler yer almaktadır. Bu bulgu, yangınla mücadele stratejilerinin sadece söndürme operasyonlarına değil, aynı zamanda orman ekosistemlerinin yönetimi ve iklim değişikliğine uyum sağlamasına yönelik önleyici tedbirlere de odaklanması gerektiğini göstermektedir.  

Yıllara Göre Orman Yangını İstatistikleri (2015-2024)

DönemYangın Adedi (Toplam)Yanan Alan (ha) (Toplam)Yangın Başına (ha)
2015-2024 (Son 10 Yıl)27.332257.6229,42
Yıllık Ortalama2.73225.7629,42
1937-2024 (88 Yıl) Yıllık Ortalama1.43521.67315,1

Kaynak: Ormancılar Derneği verileri.  

2.2. Bölgesel Dağılım ve Hassasiyet Analizi: Akdeniz ve Ege’nin Kırılganlığı

Türkiye’de orman yangınları, bölgesel olarak homojen bir dağılım göstermemektedir. İstanbul Boğazı’ndan başlayarak, Ege ve Akdeniz kıyı bölgeleri, iklim yapısı ve bitki örtüsü nedeniyle geleneksel olarak en yüksek yangın riski taşıyan bölgelerdir. Son yıllarda çıkan yangınların büyük çoğunluğu bu kıyı şeridinde yoğunlaşmaktadır.  

Son on yılın istatistikleri, bu bölgesel kırılganlığı rakamlarla doğrulamaktadır. Yangın sayısı açısından en çok etkilenen iller sırasıyla Muğla (3.120 yangın), İzmir (2.817 yangın) ve Antalya’dır (2.234 yangın). Ancak, yanan alan miktarı açısından durum farklıdır. Yanan alan bazında ilk sıralarda Antalya (67.512 ha) ve Muğla (52.686 ha) yer almaktadır. 2025 yılında İzmir’de yaşanan yangınlar, sadece 1 Haziran-7 Temmuz arasında 26 bin 260 hektarlık bir alanın kül olmasıyla bu bölgelerin ne kadar hassas olduğunu göstermektedir.  

Bu verilerin daha derinlemesine analizi, yangınların bölgesel doğasının farklılıklarını ortaya koymaktadır. Muğla’da yangın sayısı en yüksek olmasına rağmen, yanan alan miktarında Antalya’nın gerisinde kalması, bu ildeki yangınların daha sık ancak ortalama olarak daha küçük boyutlu olduğunu düşündürmektedir. Tersine, Antalya’da çıkan yangınlar sayıca daha az olmakla birlikte, yayıldıklarında çok daha yıkıcı, büyük yangınlara dönüşebilmektedir. Bu durum, yangın nedenleri ve müdahale stratejileri açısından her bölgenin kendine özgü bir yangın profili olduğunu göstermektedir. Örneğin, 2021 yılında Manavgat’ta çıkan ve 26.903 hektar alanın kül olmasına yol açan mega yangın, Cumhuriyet tarihinin alan bazında en büyük yangını olarak kayıtlara geçmiştir. Aynı yıl, enerji tesislerinden kaynaklanan yangınların tüm yanan alanın %26,8’ini oluşturduğu göz önüne alındığında , Antalya’daki büyük yangınların ardında ihmal edilmiş altyapı sorunlarının olabileceği ihtimali değerlendirilmelidir. Bu bulgu, yangın mücadelesinin sadece yangın anında değil, aynı zamanda yangın öncesi altyapı güvenliği ve yerel risk analizleri gibi özelleşmiş planlamalar gerektirdiğini ortaya koymaktadır.  

3. Yangınların Nedenleri: Fiziki ve Beşeri Dinamikler

Orman yangınlarının arkasında yatan nedenler, çoğu zaman birbiriyle etkileşim içinde olan fiziki ve beşeri faktörlerin karmaşık bir bileşiminden oluşmaktadır. İstatistiksel olarak, yangınların çıkış nedenleri arasında fiziki faktörlerin payı oldukça düşük kalırken, beşeri unsurlar neredeyse yangınların tamamından sorumlu tutulmaktadır.  

3.1. Fiziki Nedenler: İklim Krizi ve Kuraklık Faktörü

Orman yangınlarının yaklaşık %10’u, yıldırım düşmesi gibi doğal olaylar sonucunda meydana gelmektedir. Ancak, bu oran, yangınların büyüklüğü ve yıkıcılığındaki artışı tam olarak açıklamaya yetmemektedir. Son yıllarda küresel iklim değişikliğinin etkileri, orman yangınları için elverişli koşulları artırarak yangınların doğasını dönüştürmüştür.  

Artan sıcaklıklar, azalan nem ve uzun süreli kuraklık dönemleri, ormanlardaki bitki örtüsünün ve diğer yanıcı materyallerin nemini azaltarak onları daha kolay alev alabilir hale getirmektedir. Bu fiziki koşullar, bir yangını başlatan ana sebep olmasa bile, yangınların hızla yayılmasına ve kontrol edilemez devasa boyutlara ulaşmasına neden olan bir çarpan etkisi yaratmaktadır. Bu durum, yangın sezonlarının daha uzun ve daha şiddetli geçmesine yol açmakta, böylece yangın riskini yılın büyük bir bölümüne yaymaktadır. Bu nedenle, yangınla mücadelenin sadece alevleri söndürmekle değil, aynı zamanda iklim krizinin getirdiği yeni koşullara uyum sağlamakla da ilgili olduğu anlaşılmaktadır.  

3.2. Beşeri Nedenler: Dikkatsizlik, Kasıt ve Yapısal Sorunlar

Türkiye’deki orman yangınlarının yaklaşık %90’ı, doğrudan veya dolaylı olarak insan faaliyetlerinden kaynaklanmaktadır. Bu yangınlar, başlıca üç ana başlık altında incelenmektedir: ihmal ve dikkatsizlik, kasıtlı eylemler ve yapısal-idari sorunlar.  

İhmal ve Dikkatsizlik: Yangınların sayısı içinde en büyük paya sahip olan (%29,5) bu kategori, piknik ve çoban ateşlerinin söndürülmeden bırakılması, anız yakımı, yere atılan sigara izmaritleri ve cam şişe kırıkları gibi günlük faaliyetlerden kaynaklanmaktadır. Bu durum, toplumsal bilinç düzeyinin yükseltilmesinin ve bireysel sorumlulukların vurgulanmasının yangınları önlemedeki en temel strateji olması gerektiğini ortaya koymaktadır.  

Kasıtlı Eylemler: Kundaklama ve arazi açma amacıyla çıkarılan yangınlar, sayıca küçük bir orana (%4,5) sahip olsa da, yanan alan miktarı içindeki payları (%23,3) oldukça yüksektir. Bu, kasıtlı yangınların genellikle daha yıkıcı olduğunu ve daha geniş alanlara yayıldığını göstermektedir. “Terör” kaynaklı yanan alanların son beş yılda yanan tüm alanların binde 4’ünden az olduğu belirtilse de , kasıtlı eylemlerin yıkıcı potansiyeli göz ardı edilemez.  

Yapısal ve İdari Sorunlar: Orman yangınları, yalnızca fiziksel ya da beşeri hatalardan değil, aynı zamanda yapısal ve idari kararlardan da kaynaklanabilmektedir. En dikkat çekici bulgulardan biri, ormancılık dışı amaçlarla (madencilik, enerji, turizm vb.) ormanlık alanlara verilen izinlerin, yangınların neden olduğu kaybın çok üzerinde bir tahribata yol açmasıdır. İstatistikler, Türkiye’de her yıl ortalama 9.705 hektar orman alanının yangınlarla yanarken, ormancılık dışı kullanımlar için yıllık ortalama 37.869 hektar alanın tahsis edildiğini göstermektedir. Bu rakam, yangınlarda kaybedilen alanın dört katından fazladır.  

Bu bulgu, kamuoyunun odağındaki yangın felaketinin yanı sıra, yasal ve idari süreçlerle ormanların sessizce ve çok daha büyük bir hızla yok edildiğini ortaya koymaktadır. Bu durum, Anayasa’nın ormanları koruyan ve yanan alanların imara açılmasını yasaklayan 169. maddesi ile idari uygulamalar arasındaki çelişkiyi gözler önüne sermektedir. Bu analiz, orman yangınlarıyla mücadelenin sadece alevlerle savaşmaktan ibaret olmadığını, aynı zamanda ormanların yapısal olarak korunmasını ve idari yönetişim mekanizmalarının güçlendirilmesini de gerektirdiğini kanıtlamaktadır.  

3.3. “Bilinmeyen Nedenler” Sorunsalı: Bilinmezliğin Yüksek Maliyeti

Türkiye’de yangın nedenleri istatistiğinde en büyük payı (%47,4) “bilinmeyen” kategorisi almaktadır. Bu oran, son yıllarda %50 seviyesine kadar yükselmiştir. Yangınların çıkış nedeninin neredeyse yarısının tespit edilememesi, hem önleyici tedbirlerin etkinliğini zayıflatmakta hem de potansiyel kasıtlı eylemlerin cezasız kalmasına yol açmaktadır.  

6831 sayılı Orman Kanunu, kasıtlı olarak orman yakan kişilere on yıldan az olmamak üzere hapis cezası öngörmektedir. Ancak, bir yangının nedeni “bilinmeyen” olarak sınıflandırıldığında, failin yargılanması ve bu ağır cezaların uygulanması imkânsız hale gelmektedir. Bu durum, kundaklama eylemlerinin caydırıcılığını azaltmakta ve potansiyel faillere bir cezasızlık algısı sunmaktadır. Bilinmeyen nedenler, soruşturmalardaki yetersizliklerin bir yansıması olabileceği gibi, aynı zamanda faillerin izlerini ustaca gizlediği kasıtlı eylemlerin de bir sonucu olabilir. Bu durum, orman yangınlarıyla mücadelede soruşturma ve adli süreçlerin güçlendirilmesinin ne kadar kritik olduğunu göstermektedir. Bu yüksek bilinmeyen oranı azaltılmadığı sürece, önleyici politikaların tam potansiyeline ulaşması mümkün olmayacaktır.  

Türkiye’de Orman Yangınlarının Nedenleri (2014–2024)

NedenYıllık Ortalama Yangın Adedi (%)Yanan Alan (%)
Bilinmeyen47,434,6
İhmal ve Dikkatsizlik29,515,1
Kasıt4,523,3
Kaza5,625,6
Doğal (Yıldırım)131,1

Kaynak: Ormancılar Derneği verileri.  

4. Orman Yangınlarının Çok Katmanlı Sonuçları

Orman yangınlarının etkileri, yanan alanın büyüklüğüyle doğru orantılı olarak artmakta ve sadece ekolojik yıkımla sınırlı kalmamaktadır. Bu felaketler, ekosistemler üzerinde geri dönülemez hasarlara yol açarken, aynı zamanda ciddi ekonomik, sosyal ve sağlık sorunlarını da beraberinde getirmektedir.

4.1. Ekolojik ve Çevresel Etkiler

Orman yangınları, ekosistemlerin dengesini bozarak biyolojik çeşitliliğe büyük zarar vermektedir. Yanan bölgelerdeki bitki örtüsü ve hayvan habitatları yok olmakta, bu da birçok bitki ve hayvan türünün yaşam alanlarının azalmasına veya tamamen ortadan kalkmasına neden olmaktadır. Yanan alanlardaki canlı ve cansız örtünün yok olması, toprağın koruma kalkanını ortadan kaldırmakta ve erozyon, sel ve taşkın gibi ikincil doğal afetlerin riskini artırmaktadır.  

Yangınlar sırasında atmosfere yayılan duman, içinde mikroskobik partiküller, karbon, kükürt, azot, ağır metaller ve çeşitli gazların karmaşık bir karışımını barındırmaktadır. Bu partiküller hava kalitesini ciddi şekilde bozmakta ve rüzgarın etkisiyle yangın bölgelerinden çok uzak mesafelere taşınarak geniş coğrafyaları etkileyebilmektedir.  

4.2. Ekonomik Etkiler

Orman yangınlarının ekonomik maliyeti, doğrudan ve dolaylı kayıplar olmak üzere iki ana kategoride değerlendirilmektedir.

Doğrudan Kayıplar: Yangınlar, orman kaynaklarının (odun hammaddesi) kaybının yanı sıra, tarım arazilerinde, hayvancılık faaliyetlerinde ve yerleşim yerlerinde büyük maddi hasara yol açmaktadır. Örneğin, 2021 yılındaki büyük yangınlarda, Muğla ve Antalya’da 623 bin zeytin ağacı, 20 bin narenciye ağacı ve 4500 arılı kovan kaybedilmiştir. Bununla birlikte, 69 konut ve 360 hektar tarım alanı da zarar görmüştür. Yangınla mücadele operasyonları da, kullanılan su, enerji, ekipman ve personel maliyetleri nedeniyle ulusal bütçe üzerinde ek bir yük oluşturmaktadır.  

Dolaylı Kayıplar: Yangınların turizm sektörü üzerindeki etkisi, turist sayısındaki azalma ve yangınların yarattığı olumsuz algının turistik bölgeleri etkilemesiyle ortaya çıkmaktadır. Yangınlar, sadece doğrudan etkilenen bölgeleri değil, aynı zamanda kamuoyunda oluşan negatif algı nedeniyle yangın bölgesinden uzaktaki turistik alanları da olumsuz etkileyebilir. Ayrıca, yangın dumanıyla artan hava kirliliği, turistik bölgelerin çekiciliğini azaltabilmektedir. Raporlar, yangınların küresel gıda zinciri üzerinde de etkileri olabileceğini, artan sıcaklıklar ve kuraklık nedeniyle gıda fiyatlarını yükseltme potansiyeli taşıdığını belirtmektedir.  

4.3. Sosyal ve Sağlık Etkileri

Yangınlar, yerleşim yerlerinin tahrip olmasına ve insanların yerinden edilmesine neden olarak ciddi sosyal ve psikolojik travmalara yol açmaktadır. Yangınlar sonrasında yaşanan evsizlik ve kayıplar, toplumda stres ve gerilimlere neden olmakta, sosyal bağları zedeleyebilmektedir. Bir uzman görüşü, medya dilinde sıklıkla vurgulanan “can kaybı olmaması” durumunun, orman ve ekosistem kaybının yarattığı sosyo-psikolojik zararı göz ardı ettiğini dile getirmektedir.  

Halk sağlığı üzerindeki etkiler, yangın dumanına maruz kalma sonucu ortaya çıkan ciddi riskleri içermektedir. Dumanın içindeki mikroskobik partiküller, solunum sisteminin derinliklerine nüfuz ederek astım, zatürre, bronşit ve akciğer kanseri gibi solunum yolu hastalıklarını tetikleyebilir veya mevcut durumlarını ağırlaştırabilir. Bu partiküllerin kan dolaşımına karışma riski, kalp ve beyin gibi organlara zarar verebilir. Özellikle çocuklar, yaşlılar, solunum ve kalp rahatsızlığı olanlar dumanın etkilerine karşı en savunmasız gruplardır. Bu bulgular, yangınla mücadele planlarının sadece ormanı değil, aynı zamanda insan sağlığını da koruyacak tedbirleri entegre etmesi gerektiğini göstermektedir.  

5. Orman Yangınlarıyla Mücadelede Stratejik Yaklaşımlar ve Uygulamalar

Türkiye’nin orman yangınlarıyla mücadelesi, üç temel strateji üzerine kurulmuştur: önleme, söndürme ve rehabilitasyon. Bu stratejiler, hem geleneksel yöntemleri hem de modern teknolojileri birleştirerek yangınların yıkıcı etkilerini en aza indirmeyi hedeflemektedir.  

5.1. Önleme ve Hazırlık Faaliyetleri: En Etkili Mücadele

Uzmanlar, yangınla mücadelenin en etkili yolunun, yangınlar çıkmadan önce alınan önlemler olduğunu vurgulamaktadır. Bu önlemler, yasal, idari ve toplumsal düzeyde çok boyutlu bir yaklaşım gerektirir.  

Yasal ve İdari Düzenlemeler: Anayasa’nın 169. Maddesi, yanan orman alanlarının başka amaçlarla kullanılamayacağını ve hızla yeniden ağaçlandırılacağını yasal güvence altına almaktadır. Ancak, bu anayasal güvenceye rağmen, ormancılık dışı amaçlarla verilen izinlerin orman bütünlüğünü bozması ve yangın riskini artırması ciddi bir çelişki oluşturmaktadır. Bu nedenle, ormanlara verilen ormancılık dışı izinlerin, ekolojik ve yangın riski üzerindeki etkileri göz önünde bulundurularak yeniden değerlendirilmesi ve sınırlandırılması gerekmektedir.  

Eğitim ve Bilinçlendirme: Yangınların ezici çoğunluğunun insan kaynaklı olması, halkın bilinçlendirilmesini birincil bir strateji haline getirmektedir. Orman Genel Müdürlüğü (OGM) tarafından yürütülen “Gönüllü Ateş Savaşçısı” programı, 118 binden fazla gönüllüye ulaşarak bu alandaki toplumsal katılımın başarısını göstermektedir. Bu gönüllüler, yangın öncesinde halkı bilinçlendirme ve yangın anında profesyonel ekiplere destek olma gibi kritik roller üstlenmektedir.  

5.2. Erken Tespit ve Müdahale Teknolojileri: Oyun Değiştirenler

Türkiye, yangınla mücadelede insansız ve akıllı teknolojilere yatırım yaparak kritik bir dönüşüm yaşamıştır. Bu teknolojik atılımlar sayesinde, yangına ilk müdahale süresi ortalama 40 dakikadan 11 dakikaya düşürülmüştür. Bu, yangınları büyümeden kontrol altına almak için hayati bir gelişmedir.  

Teknolojik Envanter:

  • İnsansız Hava Araçları (İHA): Bayraktar TB2 İHA’ları, orman yangınlarıyla mücadelede aktif olarak kullanılmaktadır. Bu araçlar, 400 km²’lik bir alanı termal kamerayla tarayabilmekte ve 185 kilometre uzaklıktaki dumanı tespit edebilmektedir. Gerçek zamanlı görüntü ve veri aktarımı sayesinde, yangın söndürme ekiplerine anlık yönlendirme ve yangının ilerleyiş yönü hakkında analizler sağlanmaktadır.  
  • IoT Sistemleri: “Kozalak” gibi sensör tabanlı erken uyarı sistemleri, ormanlara yerleştirilen kapsüller aracılığıyla ısı, duman, nem, rüzgar ve CO2 seviyelerini ölçmektedir. Bu sistemler, yangını 50 metrelik yarıçapta büyümeden tespit edebilmekte ve yetkililere otomatik olarak haber vermektedir. Bu tür sistemler, yangın tespit süresini 90 dakikadan 15 dakikanın altına indirme potansiyeline sahiptir.  

Hava ve Kara Filosu: Türkiye, orman yangınlarıyla mücadele için Cumhuriyet tarihinin en güçlü hava ve kara filosunu oluşturmuştur. OGM’nin envanterine eklenen ve kiralanan hava araçlarıyla birlikte, 2024 yılı itibarıyla 26 uçak ve 105 helikopter yangınlara müdahaleye hazır hale getirilmiştir. Farklı kapasitelerdeki uçak ve helikopterler (CL-415, BE-200, S-70, Ka-32 vb.) stratejik olarak kullanılmaktadır.  

Türkiye’nin Yangınla Mücadele Hava Filosu (2024)

Araç TipiSayıKapasite / Özellikler
Uçaklar27 (kiralıklar dahil)5.300 – 12.000 lt su taşıyabilen CL-215, CL-415, BE-200 gibi modeller
Helikopterler105 (kiralıklar dahil)2.500 – 10.000 lt su taşıyabilen S-70, Ka-32, Mi-8, Chinook, S-64 gibi modeller
İHA’lar14400 km² alanı tarama, 185 km mesafeden duman tespiti

Not: Bu sayılar, OGM envanterindeki ve kiralık rezerv güçleri de içermektedir. Genel bir kaynakta belirtilen ’80+ Hava Aracı’ sayısı, OGM’nin operasyonel kapasitesini gösteren bu ayrıntılı dökümle tutarlılık arz etmektedir.  

5.3. Söndürme Operasyonlarının Yönetimi

Orman Yangınlarını Söndürmede Uygulama Esasları Tebliği gibi yönergeler, yangınla mücadele operasyonlarının koordinasyonunu sağlamaktadır. Bu tebliğler, yangın amirinin yetkilerini, ekiplerin organizasyonunu (ilk müdahale, hazır kuvvet, seyyar ekip) ve kullanılacak ekipmanları (arazöz, dozer, hava araçları) detaylandırmaktadır. Bir uzman görüşü, yangınları söndüren asıl gücün kara ekipleri olduğunu, hava filolarının ise ateşi yavaşlatıp yer ekiplerine zaman kazandırdığını belirtmektedir. Bu durum, hava ve kara güçlerinin entegre ve koordineli bir şekilde çalışmasının önemini vurgulamaktadır.  

5.4. Rehabilitasyon ve Toparlanma

Anayasa’nın 169. Maddesi’nin güvencesi altında, yanan orman alanları en kısa sürede yeniden ormanlaştırılmaktadır. Yasalara göre bu alanların imara veya başka amaçlara açılması mümkün değildir. Rehabilitasyon faaliyetleri, yangından zarar gören ağaçların kesilip sahadan kaldırılması ve toprağın hazırlanmasıyla başlamaktadır. Ardından, yangına dayanıklı, zor yanan ve yöreye uygun yerli ağaç türleri kullanılarak yeniden ağaçlandırma yapılmaktadır. Özellikle karışık meşcerelerin oluşturulması, gelecekteki yangın riskini azaltmak ve ekosistemin direncini artırmak için hayati öneme sahiptir.  

6. Sonuç ve Öneriler

6.1. Temel Zorluklar ve Geliştirilmesi Gereken Alanlar

Analizler, Türkiye’nin orman yangınları sorununa karşı hala aşılması gereken önemli zorluklar olduğunu göstermektedir. Bu zorlukların başında, yangın nedenleri istatistiklerindeki yüksek “bilinmeyen” oranının düşürülememesi gelmektedir. Bu durum, hem adli süreçlerdeki yetersizliği hem de caydırıcılık mekanizmasının işlevsizliğini ortaya koymaktadır. Yangınla mücadele, yalnızca reaksiyoner bir söndürme operasyonu olmaktan çıkarak, proaktif bir risk yönetimi yaklaşımını gerektirmektedir.

Bir diğer kritik zorluk, ormanlara yönelik ormancılık dışı izinlerin, anayasal güvenceye rağmen ekosistem bütünlüğünü tehlikeye atmasıdır. Bu durum, yangınla mücadele çabalarını boşa çıkarabilecek ve orman varlığını yangınlardan çok daha hızlı bir şekilde yok edebilecek bir yapısal sorun teşkil etmektedir. Son olarak, iklim krizinin getirdiği yeni koşullar, orman ekosistemlerinin doğasını değiştirmekte ve onları daha savunmasız hale getirmektedir. Bu duruma karşı, yangın öncesi uyum ve direnç artırıcı stratejilerin daha kapsamlı bir şekilde uygulanması elzemdir.

6.2. Çok Paydaşlı Eylem Planı İçin Öneriler

Bu raporun bulguları ışığında, orman yangınlarıyla mücadelede sürdürülebilir bir başarı elde etmek için çok paydaşlı, entegre ve kapsamlı bir eylem planı önerilmektedir.

  • Politika ve Mevzuat Düzeyinde İyileştirmeler: Anayasa’nın 169. maddesinin ruhuna uygun olarak, ormancılık dışı amaçlarla verilen izinlerin kapsamı daraltılmalı ve denetimleri artırılmalıdır. Yasal ve idari uygulamalar arasındaki çelişkilerin giderilmesi için acil mevzuat düzenlemeleri yapılmalıdır. Ayrıca, yangınların yol açtığı maddi kayıpları karşılamak ve kırsal ekonomileri desteklemek amacıyla “Zorunlu Afet Sigortası” gibi yeni finansal mekanizmaların oluşturulması değerlendirilmelidir.  
  • Teknolojik Kapasite Geliştirme: Yangın tespit ve müdahale süresini daha da kısaltmak için insansız hava araçları ve “Kozalak” gibi IoT tabanlı sensör sistemlerinin yaygınlaştırılmasına yönelik yatırımlar artırılmalıdır. Bu teknolojiler, yangınların daha başlangıç aşamasında tespit edilmesini sağlayarak büyük felaketlerin önüne geçme potansiyeli taşımaktadır. Hava filosu envanteri, yerli ve milli imkanlarla güçlendirilmeye devam edilmelidir.  
  • Toplumsal Dayanıklılık ve Bilinçlendirme: Orman yangınlarının ezici çoğunluğunun insan kaynaklı olması nedeniyle, toplumsal duyarlılığı ve bilinç düzeyini yükseltmek kritik öneme sahiptir. “Gönüllü Ateş Savaşçısı” gibi programların kapsamı genişletilmeli ve katılımcı sayısı artırılmalıdır. Ayrıca, “Yeşil Vatan” gibi kampanyalarla ormanların ekolojik ve ekonomik öneminin, özellikle ilköğretim seviyesinden başlayarak, sürekli eğitim müfredatlarına dahil edilmesiyle topluma aşılanması hedeflenmelidir.  
  • Ekolojik Adaptasyon: İklim değişikliği senaryoları göz önünde bulundurularak, orman ekosistemlerinin yangına karşı direncini artıracak uzun vadeli adaptasyon tedbirleri alınmalıdır. Bu, yangına dayanıklı türlerin kullanılması, karışık meşcerelerin yetiştirilmesi ve yanıcı madde birikimini azaltacak mekanik bakım çalışmalarının yapılması gibi silvikültürel uygulamaları içermelidir.  

6.3. Geleceğe Bakış

Orman yangınları, Türkiye için artık yalnızca yaz aylarında yaşanan dönemsel bir tehlike değil, iklim krizinin bir sonucu olarak ortaya çıkan ve ulusal güvenliği tehdit eden kalıcı bir risk faktörü olarak kabul edilmelidir. Geleceğe yönelik en kalıcı çözüm, yangınları sadece bir söndürme operasyonu olarak değil, iklim değişikliğinin getirdiği tehditlere karşı bir önleme, hazırlık ve adaptasyon meselesi olarak ele alan, bütüncül-entegre bir orman yönetimi vizyonuyla mümkün olacaktır. Bu vizyon, sadece ormanların değil, aynı zamanda bu ekosistemlerle iç içe yaşayan toplumun ve ekonominin geleceğini de güvence altına alacaktır.

Kaynakça

Hepsiveri. (2025, 4 Temmuz).   88 Yıllık Verilerle Türkiye’de Orman Yangınları. https://hepsiveri.com/2025/07/88-yillik-verilerle-turkiyede-orman-yanginlari/

Ormancılar Derneği. (2024).   Orman Yangın İstatistikleri. https://www.ormancilardernegi.org/Yangin

Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği. (2020).  

Orman Yangınları Raporu. https://www.tmmob.org.tr/sites/default/files/tmmobyanginraporu.pdf

Çolak, A. & Sunar, C. (2020). Türkiye’de Orman Yangını Nedenleri ve Önleme Çalışmaları.  

Türk Ormancılık Dergisi, 2020(2), 1-15. https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/3165387

Kandemir, F. A. (2020). Türkiye’de Orman Yangınları ile İlgili Yasal Düzenlemeler.  

Ege Orman Vakfı Raporu, 8. https://www.egeorman.org.tr/images/belgeler/8ormanyanginlar%C4%B1ileilgiliyasalduzenlemeler.pdf

Doğa Derneği. (2025).   Onursal Üyemiz Tansu Gürpınar’dan Orman Yangınları Hakkında Mesaj Var. https://dogadernegi.org/onursal-uyemiz-tansu-gurpinardan-orman-yanginlari-hakkinda-mesaj-var/

Gürpınar, T. (2025, 29 Mart).   Orman Yangınlarının Ekolojik, Ekonomik ve Sosyal Dinamiklere Etkisi. https://www.tuat.org/yanginlarin-ekolojik-ekonomik-ve-sosyal-dinamiklere-etkisi/

Kozalak Yangın. (2023, 23 Mayıs).   Orman Yangını Dumanının Halk Sağlığına Etkileri. https://www.kozalakyangin.com.tr/orman-yangini-dumani/

Türk Tabipleri Birliği. (2021, 25 Temmuz).   Orman Yangınları Sonrası Değerlendirme ve Hasar Tespiti Raporu. https://ttb.org.tr/haber_goster.php?Guid=760386a0-7204-11ec-a83c-469e4684c346

Baykar. (2024).   Orman Yangınlarıyla Mücadele. https://baykartech.com/tr/orman-yanginlariyla-mucadele/

EkoIQ. (2021, 10 Eylül).   Ormancılık Dışı Kullanımlar Ormanları Yangınlardan 4 Kat Fazla Yok Ediyor. https://www.ekoiq.com/ormancilik-disi-kullanimlar-ormanlari-yanginlardan-4-kat-fazla-yok-ediyor/

İleri Haber. (2023, 31 Temmuz).   Ormanlar Yangından Daha Çok Madencilik Faaliyetleriyle Yok Edilmiş. https://www.ilerihaber.org/icerik/ormanlar-yangindan-daha-cok-madencilik-faaliyetleriyle-yok-edilmis-157492

Ege Orman Vakfı. (2024).   Orman Yangınlarına Karşı Bütüncül-Entegre Yaklaşım. https://www.egeorman.org.tr/gonullu-olun.aspx

Şaylan, L. (2022, 24 Haziran).   Orman Yangını Riski Küresel Isınmayla Artıyor. İklim Haber. https://www.iklimhaber.org/orman-yangini-riski-kuresel-isinmayla-artiyor/

Ertuğrul, M. & Kaya, L. G. (2021). Türkiye’nin Akdeniz İklim Kuşağında Çıkan Orman Yangınlarının İncelenmesi ve Alınması Gereken Önlemler.  

TÜBA, 1-10. https://www.tuba.gov.tr/tr/yayinlar/suresiz-yayinlar/bilim-ve-dusunce/turkiyenin-akdeniz-iklim-kusaginda-cikan-orman-yanginlarinin-incelenmesi-ve-alinmasi-gereken-onlemler

Numedya24. (2025, 1 Ağustos).   Bir Yanda Yangın Diğer Yanda Maden Projeleri. https://www.numedya24.com/bir-yanda-yangin-diger-yanda-maden-projeleri/

Türkiye Ormancılar Derneği. (2022).   Türkiye’deki Orman Yangınlarının Nedenleri. https://www.ormancilardernegi.org/Documents/24c06fcf-500e-4b5c-90a3-163f5e62b0d6.pdf

ÇEKÜL Vakfı. (2021).   Orman Yangınları Neden Arttı, Ne Yapabiliriz?. https://www.cekulvakfi.org.tr/haber/orman-yanginlari-neden-artti-ne-yapabiliriz

WWF-Türkiye. (2021, 29 Temmuz).   WWF-Türkiye’den Orman Yangınlarına Karşı Mücadele Çağrısı. https://www.cevreciyiz.com/haber-detay/6396/wwf-turkiyeden-orman-yanginlarina-karsi-mucadele-cagrisi

AFAD. (2019, 26 Ağustos).   Ormanlarımız Kül Olmasın. https://www.afad.gov.tr/ormanlarimiz-kul-olmasin

Kandemir, F. A. (2021, 25 Ağustos).   Orman Yangınlarının Ekolojik Etkileri. https://www.shrub.com.tr/blog-31-doganin_cigligi_orman_yanginlarinin_etkileri_ve_nedenleri.html

Ecording. (2023, 24 Mart).   Türkiye’de Orman Yangınları. https://ecording.org/turkiyede-orman-yanginlari/

Greenpeace Türkiye. (2024, 18 Mart).   Türkiye’deki Ormancılık İstatistikleri Ne Anlatıyor?. https://www.greenpeace.org/turkey/blog/turkiyedeki-ormancilik-istatistikleri-ne-anlatiyor/

Türkiye Büyük Millet Meclisi. (1982).   Anayasa (Madde 169). https://www.mevzuat.gov.tr/mevzuatmetin/1.5.2709.pdf

Yaz Legal Studio. (2022).   Orman Yangını Suçları ve Hukuki Sonuçları. https://www.yazlegalstudio.com/post/orman-yang%C4%B1n%C4%B1-su%C3%A7lar%C4%B1-ve-hukuki-sonu%C3%A7lar%C4%B1-6831-say%C4%B1l%C4%B1-orman-kanunu-kapsam%C4%B1nda-bilinmesi-gerekenler

Barandogan. (2023).   Kasten veya Taksirle Orman Yangınına Neden Olma Suçu Cezası. https://barandogan.av.tr/blog/ceza-hukuku/kasten-veya-taksirle-orman-yanginina-neden-olma-suc-cezasi.html

Tez Medikal. (2021, 2 Ağustos).   Orman Yangınlarının Halk Sağlığına Etkileri. https://www.tezmedikal.com.tr/tr-tr/news-detail/orman-yanginlarinin-halk-sagligina-etkileri/1257725/3107

İçişleri Bakanlığı. (2025, 15 Temmuz).   İzmir ve Bilecik’teki Orman Yangınları Hakkında Basın Açıklaması. https://www.icisleri.gov.tr/izmir-ve-bilecikteki-orman-yanginlari-hakkinda-basin-aciklamasi

Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı. (2025).   Yangınların Ekonomik ve Sosyal Dinamiklere Etkisi. https://www.tuat.org/yanginlarin-ekolojik-ekonomik-ve-sosyal-dinamiklere-etkisi/

European Environment Agency. (2023).   Managing the Increasing Risk of Wildfires. https://climate-adapt.eea.europa.eu/tr/metadata/case-studies/managing-the-increasing-risk-of-wildfires-in-a-changing-climate-sweden

Aksoy, G. (2022). Türkiye’de Orman Yangınlarının Turizm Üzerindeki Etkileri.   TÜBA Raporu, 14. https://tuba.gov.tr/files/yayinlar/bilim-ve-dusun/TUBA-978-605-2249-79-6_Ch14.pdf

Tanyeli, M. (2025, 25 Haziran).   Orman Yangınları, Ekonomik Krizin Tetikleyicisi ve Milli Güvenlik. Independent Türkçe. https://www.indyturk.com/node/762653/t%C3%BCrki%CC%87yeden-sesler/orman-yang%C4%B1nlar%C4%B1-ekonomik-krizin-tetikleyicisi-ve-milli-g%C3%BCvenlik

Gürpınar, T. (2025).   Doğa Derneği Mesajı. https://dogadernegi.org/onursal-uyemiz-tansu-gurpinardan-orman-yanginlari-hakkinda-mesaj-var/

TTB. (2021, 30 Temmuz).   Orman Yangınları Sağlığımızı Nasıl Etkiliyor?. https://www.ttb.org.tr/haber_goster.php?Guid=760386a0-7204-11ec-a83c-469e4684c346

Okan Üniversitesi Hastanesi. (2023, 22 Haziran).   İklim Değişikliği ve Orman Yangınları Astımı Alevlendirebilir. https://www.okanhastanesi.com.tr/iklim-degisikligi-ve-orman-yanginlari-astimi-alevlendirebilir

Uluslararası Çevre ve Halk Sağlığı Derneği. (2021).   Orman Yangını Dumanı Halk Sağlığına Etkileri. https://nceph.anu.edu.au/files/Bushfire_Smoke_T%C3%BCrk%C3%A7e_0.pdf

Türkiye Solunum Araştırmaları Derneği. (2021, 29 Temmuz).   Orman Yangınları Sağlığımızı Nasıl Etkiliyor?. https://www.solunum.org.tr/basin/1377/orman-yanginlari-sagligimizi-nasil-etkiliyor-neler-yapabiliriz.html

Duran, E. (2024, 15 Haziran).   Orman Yangınlarıyla Mücadelede 3 Temel Strateji. Anadolu Ajansı. https://www.aa.com.tr/tr/gundem/orman-yanginlariyla-mucadelede-3-temel-strateji/3250589

İklim Salatası. (2024, 21 Haziran).   Orman Yangınlarına Karşı Alınacak Önlemler. https://iklimsalatasi.org/orman-yanginlarina-karsi-alinacak-onlemler/

Türk Tarım. (2021, 15 Ağustos).   Yanan Ormanlar Küllerinden Yeşeriyor. http://www.turktarim.gov.tr/Haber/532/yanan-ormanlar-kullerinden-yeseriyor

TEMA. (2023, 24 Temmuz).   Orman Yangınları Öncesinde Alınacak Önlemler. https://www.tema.org.tr/calismalarimiz/orman/daha-yanmadan/orman-yanginlari-oncesinde

OGM. (2024).   Orman Yangınları Gönüllüsü. https://www.ogm.gov.tr/tr/orman-yanginlari-gonullusu

Tarım TV. (2024).   Orman Yangınlarına Karşı Gönüllü Kahramanlar. https://www.tarimtv.gov.tr/tr/video-detay/orman-yanginlarina-karsi-gonullu-kahramanlar-17704

Anadolu Ajansı. (2023, 6 Ağustos).   Orman Yangınlarına Müdahalede Etkinlik “Erken Uyarı” Sistemiyle Arttı. https://www.aa.com.tr/tr/gundem/orman-yanginlarina-mudahalede-etkinlik-erken-uyari-sistemiyle-artti/2962155

OGM. (2024, 9 Mayıs).   Yangınla Mücadelede Dev Filo. https://www.ogm.gov.tr/tr/haberler/yanginla-mucadelede-dev-filo

Detaysoft. (2024, 15 Eylül).   Orman Yangınlarına Karşı Akıllı Orman Kapsülü. https://detaysoft.com/tr-TR/orman-yanginlarina-karsi-akilli-orman-kapsulu-news-69

İletişim Başkanlığı. (2023, 4 Eylül).   Erken Tespit Sistemi “Kozalak” ile Orman Yangınlarına Yarım Saat İçinde Müdahale Edilebilecek. https://www.iletisim.gov.tr/turkce/yerel_basin/detay/erken-tespit-sistemi-kozalak-ile-orman-yanginlarina-yarim-saat-icinde-mudahale-edilebilecek

Tabyadijital. (2025, 25 Temmuz).   Türkiye’de Kaç Tane Yangın Söndürme Uçağı Var?. https://tabyadijital.com/turkiyede-kac-tane-yangin-sondurme-ucagi-var/

Hava Haber. (2024, 12 Haziran).   Dünyanın En Çok Yangın Söndürme Uçağına Sahip Ülkeleri Belli Oldu. https://havahaber.com/dunyanin-en-cok-yangin-sondurme-ucagina-sahip-ulkeleri-belli-oldu-turkiye-bakin-kacinci-sirada-k1/

OGM. (2019).   Orman Yangınlarının Önlenmesi ve Söndürülmesinde Uygulama Esasları Tebliği (No: 285). https://www.ogm.gov.tr/tr/e-kutuphane-sitesi/mevzuat-sitesi/Tebligler/285%20Say%C4%B1l%C4%B1%20Tebli%C4%9F%20(Orman%20Yang%C4%B1nlar%C4%B1n%C4%B1n%20%C3%96nlenmesi%20Ve%20S%C3%B6nd%C3%BCr%C3%BClmesinde%20Uygulama%20Esaslar%C4%B1).pdf

Orman Mühendisleri Odası. (2025, 14 Haziran).   2025 Orman Yangınları ile İlgili Basın Açıklaması. https://www.ormuh.org.tr/haberler/2025-orman-yanginlari-ile-ilgili-basin-aciklamasi-533

OGM. (2021).   Yanan Orman Alanları Ağaçlandırılıyor. https://www.ogm.gov.tr/tr/haberler/yamanlar%E2%80%99da-yangindan-zarar-goren-orman-alanlari-agaclandiriliyor

Orman Genel Müdürlüğü. (2023, 21 Ağustos).   Hasat Mevsiminde Orman Yangını Alarmı. https://www.ogm.gov.tr/tr/haberler/hasat-mevsiminde-orman-yangini-alarmi

Devamını Oku

Yüzyılın Utanç Fotoğrafı: Gazze’deki Açlık (Tarihsel, Ekonomik, Sosyal, Siyasi ve Dini Eşitsizlikler ile Çifte Standartların Sonuçları)

Yüzyılın Utanç Fotoğrafı: Gazze’deki Açlık (Tarihsel, Ekonomik, Sosyal, Siyasi ve Dini Eşitsizlikler ile Çifte Standartların Sonuçları)
0

BEĞENDİM

ABONE OL


Sabri Karadoğan

1. Giriş

Gazze, uzun yıllardır süregelen silahlı çatışmalar, abluka, işgal ve politik baskılar neticesinde insanlık dışı koşullarla karşı karşıya kalmaktadır. Araştırmamız “Gazze’deki Açlık: Tarihsel, Ekonomik, Sosyal, Siyasi ve Dini Eşitsizlikler ile Çifte Standartların Analizi” başlığı altında, Gazze’de yaşanan açlık krizi ve bu krizin arkasında yatan tarihsel, coğrafi, ekonomik, sosyal, siyasi ve dini eşitsizlikleri kapsamlı bir şekilde incelemeyi amaçlamaktadır. Bu çalışma; Gazze’deki gıda güvensizliği, kronik yetersiz beslenme, ekonomik çöküş, işsizlik, yoksulluk, dış yardıma bağımlılık, insan hakları ihlalleri ve uluslararası arenada uygulanan çifte standartların, açlık krizindeki yeri ve etkilerini ortaya koymaktadır.

Gazze, bölgedeki karmaşık tarihsel süreç, coğrafi kısıtlamalar, ekonomik ambargolar ve politik müdahaleler ile beslenme, sağlık ve sosyal adalet alanlarında ciddi sorunlarla mücadele etmektedir. Özellikle abluka ve sürekli savaşlar, bölgedeki yaşam standartlarını düşürmüş, milyonlarca insanın temel ihtiyaçlarını karşılamasını zorlaştırmıştır. Çalışmamızda, Gazze’nin tarihsel kökenleri, bölgedeki ekonomik ve sosyal dinamikler, uluslararası politikanın çifte standart uygulamaları ve dini boyutun etkileri detaylı olarak ele alınacaktır.

Araştırmanın temel amacı, Gazze’deki açlık krizini çok boyutlu bir perspektifle değerlendirerek, tarihsel ve jeopolitik köklerini, ekonomik yapıdaki bozulmaları, sosyal sağlık göstergelerini ve uluslararası arenada uygulanan çifte standartların yarattığı eşitsizlikleri ortaya koymaktır. Bu bağlamda, sağlanan veriler, istatistiksel bulgular ve uluslararası raporlar ışığında, Gazze’deki açlık krizinin temel dinamikleri detaylandırılacaktır.


2. Tarihsel ve Jeopolitik Bağlam

Gazze bölgesi, tarih boyunca çeşitli siyasi çatışmaların ve askeri müdahalelerin ortasında kalmış, bu da bölgedeki insan yaşamını derinden etkilemiştir. Tarihsel süreç içerisinde Nakba, savaşlar, abluka ve işgal gibi olaylar, Gazze’deki sosyal ve ekonomik yapının çökmesine ve insan hakları ihlallerinin artmasına yol açmıştır.

2.1 Abluka ve Savaşların Etkisi

Gazze, uzun yıllardır uygulanan abluka ve sürekli savaşlar nedeniyle ekonomik, sosyal ve sağlık açısından zorunlu bir kriz yaşamaktadır. Abluka ve işgal politikaları sadece ekonomik kaynaklara erişimi kısıtlamakla kalmamış, aynı zamanda temel insani hakların ihlaline de zemin hazırlamıştır. Özellikle, abluka süresince sınırların kapalı tutulması, ülkeye yönelik ekonomik ambargoların uygulanması ve uluslararası toplumun yetersiz müdahalesi, Gazze’de temel ihtiyaçların karşılanmasında ciddi aksamalar yaratmıştır.

2.2 Jeopolitik Kısıtlamalar ve Coğrafi İzolasyon

Gazze’nin coğrafi konumu, yoğun nüfuslu olması ve çevresindeki politik sınırların varlığı, bölgenin izolasyonunu artırmaktadır. Bölgedeki demografik baskılar, nüfus artışı ve genç işsizliği gibi sorunlar, altyapı yetersizlikleri ile birleştiğinde, sürekli bir kriz halini almaktadır. Gazze’nin, bölgenin diğer ülkelerine bağımlı hale gelmesi, ithalata dayalı gıda politikalarının uygulanmasına yol açmış ve bu durum da gıda fiyatlarındaki dalgalanmaları beraberinde getirmiştir89.

2.3 Uluslararası Müdahale ve Çifte Standartlar

Uluslararası toplumun Gazze’ye yönelik yaklaşımı, çifte standartların en belirgin örneklerinden birini oluşturmaktadır. Batılı ülkelerin İsrail’e koşulsuz desteği ve uluslararası arenada farklı ülkeler için farklı kriterler uygulanması, Gazze’deki insanlık dışı koşulların devam etmesine zemin hazırlamaktadır. Özellikle, Gazze’de uygulanan abluka ve savaş suçlarına karşı yeterli uluslararası önlemlerin alınmaması, bölgedeki açlık krizinin derinleşmesinde önemli bir rol oynar. BM raporları ve insan hakları belgeleri, Gazze’nin uluslararası hukuk açısından ihlale uğradığını ortaya koymaktadır.


3. Ekonomik Koşullar ve Gıda Güvensizliği

Gazze’de ekonomik yapı, bölgedeki açlık krizinin temel sebeplerinden biridir. Ekonomik ambargolar, işsizlik, yoksulluk, dış yardıma bağımlılık ve ithalata dayalı gıda politikaları, bölgedeki gıda güvensizliğini artıran faktörler arasında yer almaktadır.

3.1 Gıda Güvensizliği İstatistikleri

Gazze’deki gıda güvensizliği oranları, bölgedeki ekonomik ve sosyal çöküşün en bariz göstergelerindendir. Sağlanan verilere göre:

GöstergelerDeğer
Kronik yetersiz beslenme yaşayan hane oranı%10,4 (Gaza Şehri ve Gazze bölgesinde)
Abluka ve kuşatma nedeniyle kronik malnütrisyon artışı1,5 milyon kişi üzerinde sürekli artış
Genel nüfusta anemi oranı%70 (hamile kadınlarda %44)
Herhangi bir gıda güvensizliği yaşayan oranıYaklaşık %50 (Gazze nüfusunun yarısı)
Şiddetli veya orta düzeyde gıda güvensizliği%68 (1,3 milyon aile)

Bu veriler, Gazze’de yaşayan halkın neredeyse yarısının herhangi bir düzeyde gıda güvensizliği yaşadığını göstermektedir. Aynı zamanda, kronik malnütrisyon ve anemi gibi sağlık sorunları da geniş kitleleri etkilemektedir. Bölgedeki çocuklar, hamile kadınlar ve yaşlılar bu durumun en savunmasız grupları arasında yer almaktadır.

3.2 Ekonomik Çöküş ve İşsizlik

Gazze’de, yıllardır devam eden savaş ve ablukanın etkisi ile ekonomik faaliyetler büyük oranda daralmış, işsizlik oranları hızla artmıştır. 2016 verilerine göre bölgedeki genel işsizlik oranı %42 iken, genç işsizlik oranı %58’e ulaşmıştır. Bu durum, gelir dağlımının bozulmasına ve yoksulluğun artmasına neden olmuştur. Ekonomik sistemin tamamen dışa bağımlı hale gelmesi, bölgedeki ithal gıdaların değerinin yükselmesine ve yaşayan insanların satın alma gücünün düşmesine yol açmıştır.

Gazze ekonomisinin istikrarsızlığı, uluslararası arenada uygulanan çifte standartların da ekonomik alanı etkilemesiyle derinleşmiştir. İsrail’in Gazze ekonomisini çöküşün eşiğinde tutmayı amaçlayan politikalara başvurması, bölgenin dış yardıma bağımlı kalmasına neden olmuştur. Örneğin, UNRWA’nın Gazze ekonomisine sağladığı yıllık 600 milyon dolarlık destek, bölgedeki 2 milyar dolarlık ekonomiye rağmen yetersiz kalmaktadır.

3.3 Dış Yardım ve Politika Yetersizlikleri

Bölgedeki gıda güvensizliği sadece yerel ekonomik sıkıntılardan değil, aynı zamanda uluslararası toplumun ve dış yardım kuruluşlarının eksik müdahalesinden de kaynaklanmaktadır. Bölgedeki yemek yardımlarının yetersiz kalması, gıda fiyatlarındaki artışın sınırlanamamasına neden olmuştur. İthalata dayalı gıda politikaları, dünya genelinde artan gıda fiyatlarıyla birleşince, Gazze’de yaşayan milyonlarca insanın temel gıda maddelerine erişimi ciddi şekilde engellenmiştir.

Gazze’deki ailelerin büyük bir kısmı, temel gıda maddelerini karşılayamadığından, devletin sağladığı sosyal yardım programlarına bağımlı hale gelmiştir. Bu durum, ekonomik bağımsızlığın tamamen yitirilmesine ve uzun vadeli kalkınma stratejilerinin uygulanamamasına yol açmıştır. Ayrıca, yerel yönetimlerin ve liderlerin yenilikçi çözümler geliştirememesi, bölgedeki gıda güvensizliği sorununu derinleştirmektedir.


4. Sosyal Koşullar ve Sağlık Etkileri

Gazze’de yaşanan ekonomik kriz, doğrudan sosyal ve sağlık sorunlarına da yansımaktadır. Bölgedeki sürekli açlık, yetersiz beslenme, kronik malnütrisyon ve anemi oranlarının yüksek olması, halkın yaşam kalitesini ciddi ölçüde düşürmektedir.

4.1 Kronik Yetersiz Beslenme ve Malnütrisyon

Gazze’de kronik yetersiz beslenme, blokajın ve savaşların sürekli tekrarı sonucunda önemli oranlara ulaşmıştır. Yaklaşık %10,4’lük bir hane oranında kronik yetersiz beslenme yaşanırken, abluka ve işgal politikaları nedeniyle bu oran sürekli artmaktadır9. Özellikle çocuklar ve gebeler, yetersiz beslenmenin en kritik mağdurları arasında yer almaktadır. Bu durum, uzun vadede fiziksel ve zihinsel gelişim geriliklerine yol açmakta, sosyoekonomik kalkınmayı da olumsuz yönde etkilemektedir.

4.2 Anemi ve Diğer Sağlık Sorunları

Gazze’de anemi oranların oldukça yüksek olması, halkın sağlık durumunda ciddi problemler yaratmaktadır. Genel nüfusta anemi oranı %70 iken, hamile kadınların %44’ü bu durumdan muzdarip durumdadır9. Yetersiz beslenme, yetersiz sağlık hizmetleri ve kronik stres, bölgedeki sağlık göstergelerini olumsuz etkilemektedir. Ayrıca, tekrarlayan savaşlar ve sürekli abluka, halkın ruhsal sağlığını da derinden sarsmakta, travmatik stres bozuklukları gibi psikolojik rahatsızlıkların artmasına sebep olmaktadır.

4.3 Demografik Baskılar ve Sosyal İstikrarsızlık

Gazze’de nüfus yoğunluğu, demografik yapı ve genç işsizlik oranları, sosyal istikrarsızlığın başlıca göstergelerindendir. Bölgedeki işsizlik, özellikle genç nüfus arasında %58 gibi yüksek oranlara ulaşmış, bu durum toplumsal huzursuzluğa ve geleceğe yönelik belirsizliklere yol açmaktadır6. Demografik baskılar, ailelerin daha fazla çocuk sahibi olma eğilimi ile birleşmekte, hali hazırda zor durumda olan ailelerin yaşam koşullarını daha da kötüleştirmektedir. Ayrıca, yüksek demografik baskılar, sosyal yardımlara olan talebin artmasına ve mevcut kaynakların yetersiz kalmasına neden olmaktadır.

Aşağıdaki tablo, Gazze’deki bazı sosyal ve sağlık göstergelerini özetlemektedir:

Sosyal/ Sağlık GöstergesiDeğer
Kronik yetersiz beslenme hane oranı%10,4
Abluka nedeniyle artan kronik malnütrisyon1,5 milyon kişi üzerinde artış9
Genel anemi oranı%70
Hamile kadınlarda anemi oranı%44
Gıda güvensizliği yaşayan nüfus oranıYaklaşık %50
Şiddetli veya orta düzey gıda güvensizliği%68 (1,3 milyon aile)

Bu tablo, Gazze’deki sosyal ve sağlık sorunlarının derinliğini ortaya koymakta ve bölgedeki halkın yaşam standartlarını ciddi şekilde etkilemektedir.


5. Siyasi Eşitsizlikler ve Uluslararası Sistem

Gazze’deki açlık krizi ve insani sıkıntılar, sadece ekonomik ve sosyal sorunlardan kaynaklanmamaktadır. Aynı zamanda, uluslararası sistemin işleyişi, çifte standartların uygulanması ve bölgedeki siyasi eşitsizlikler de kriz üzerinde önemli etkiler göstermektedir.

5.1 İsrail’in Politikaları ve Savaş Suçları

Gazze’de yaşanan açlık krizinin temel nedenlerinden biri, İsrail’in uyguladığı abluka, sınır kontrolü ve ekonomik baskı politikalarıdır. İsrail, Gazze’nin gıda, su ve diğer temel kaynaklara erişimini kısıtlayarak, açlığı bir silah olarak kullanmaktadır. Bu durum, uluslararası hukuka göre savaş suçu olarak değerlendirilebilecek niteliktedir. Belgelerde, “sivil nüfusa yönelik öldürme, köleleştirme, zorla sınır dışı etme, işkence, taciz veya insanlık dışı eylemler” gibi ifadelerin yer aldığı raporlar bulunmaktadır. Bu yaklaşımla İsrail, Gazze’nin insani krizinin devam etmesine zemin hazırlamaktadır.

5.2 Uluslararası Hukuk ve Çifte Standart Uygulamaları

Uluslararası toplum, Gazze’de yaşanan insanlık dışı uygulamalara karşı yeterli müdahaleyi gerçekleştirememektedir. Batılı ülkelerin, uluslararası insan hakları kavramlarını savunurken, uygulamada çifte standartlar göstermeleri, Gazze’deki krizin devam etmesinde etkili olmaktadır. Örneğin; Ukrayna gibi ülkelerde yaşanan insani krizlere karşı uluslararası müdahale yapılırken, Gazze’deki durumun tamamen ihmal edilmesi, bölgedeki adaletsizliğin ve eşitsizliğin sistematik bir parçası olarak değerlendirilebilir. Bu durum, uluslararası hukukun uygulanmasında taraflılık ve çifte standart uygulamalarının varlığını açıkça ortaya koymaktadır.

5.3 BM ve Diğer Uluslararası Kurumların Yetersizliği

BM ve diğer uluslararası kurumlar, Gazze’de yaşanan bu insani krize yönelik etkili ve koordineli müdahaleyi sağlayamamıştır. BM raporlarında, Gazze’nin 2020 itibariyle “yaşam dışı” hale gelmesinin beklendiği ve sürekli bir de gelişme kaybının yaşandığı belirtilmektedir. Uluslararası toplumun, bölgedeki insan hakları ihlalleri ve gıda güvensizliği karşısında yeterli adımı atamaması, Gazze’deki açlık krizinin devam etmesine yol açmaktadır. Bölgedeki insani yardımların kısıtlı ve geç ulaşması, halkın temel yaşam standartlarını düşürmekte, uzun vadede bölgedeki istikrarı tehlikeye atmaktadır.


6. Dini Boyut ve Çifte Standartlar

Gazze’deki açlık krizinin ve genel insanlık durumunun analizinde, dini boyut da önemli bir yer tutmaktadır. Dini inançlar ve bu inançların siyasi araç olarak kullanılması, hem ulusal hem de uluslararası politikaların şekillenmesinde etkili olmaktadır.

6.1 Dini İnanışların Siyasi ve Sosyal Algısı

Özellikle Batı’daki ülkeler, insan hakları ve sosyal politikaları “aydınlanma, modernizm ve demokrasi” çerçevesinde ele alırken, Doğu’da yaşayan halklar için farklı ve ötekileştirici yaklaşımlar benimsenmektedir. Bu durum, Gazze’de yaşayan Müslüman nüfusun, evrensel insan hakları perspektifinde yeterince korunamadığını ve desteklenemediğini göstermektedir. Dini inançların, projesinde siyasi bir araç olarak kullanılması, Gazze’de uygulanan politikaların meşrulaştırılmasında etkili olmaktadır.

6.2 Çifte Standartların Dini Temelleri

Gazze’deki açlık krizinde, uluslararası arenada görülen çifte standartlar, dini boyutla da örtüşen yapısal eşitsizlikleri beraberinde getirmektedir. Batı ülkelerinin, insan hakları konusunda evrensel bir vizyon sunarken, uygulamada kendi kültürel, dini ve ekonomik değerleri doğrultusunda hareket etmeleri, Gazze’deki durumu daha da karmaşık hale getirmektedir. Bu bakımdan, Gazze’de yaşanan insanlık dışı uygulamaların, sadece siyasi veya ekonomik nedenlerle değil, aynı zamanda dini önyargılar ve farklı değer yargılarıyla da desteklendiği görülmektedir.

6.3 Dini Dayanışma ve Uluslararası Tepkiler

Bununla birlikte, Gazze’deki Müslüman toplumlarda dini dayanışma ve toplumsal birliktelik, krizle mücadelenin önemli bir unsuru olarak ortaya çıkmaktadır. Ancak, uluslararası düzeyde uygulanan çifte standartlar, bu dini dayanışmanın ve toplumsal direnç mekanizmalarının yeterli destek görmemesine neden olmaktadır. Batı medyasının ve uluslararası kuruluşların, Gazze’deki durumu ele alırken kullandığı dil ve yaklaşım, bölgedeki dini kimliği ve toplumsal değerleri göz ardı etmesiyle çifte standartların ortaya çıkmasına zemin hazırlamaktadır.


7. Sonuç ve Çözüm Önerileri

Gazze’de yaşanan açlık krizi, tarihsel, ekonomik, sosyal, siyasi ve dini boyutlarıyla çok boyutlu ve derinlemesine incelenmesi gereken bir sorundur. Bu çalışmada elde edilen bulgular, Gazze’deki açlık krizinin temelinde;

  • Tarihsel ve jeopolitik faktörler: Abluka, savaşlar, işgal ve coğrafi izolasyon,
  • Ekonomik çöküş: Yüksek işsizlik, yoksulluk, ithalata dayalı gıda politikaları ve dış yardıma bağımlılık,
  • Sosyal sağlık sorunları: Kronik yetersiz beslenme, yüksek anemi oranları, demografik baskılar,
  • Siyasi eşitsizlikler: İsrail’in uyguladığı baskı politikaları, uluslararası çifte standartlar ve yetersiz küresel müdahale,
  • Dini boyut: İnsan haklarının ötekileştirilmesi, Batı ve Doğu arasında farklı tedavi algısı ve dini değerlerin manipülasyonu,

bir bütün olarak karşımıza çıkmaktadır.

7.1 Ana Bulgular

Araştırma sonucunda elde edilen ana bulgular aşağıdaki gibidir:

  • Kronik Yetersiz Beslenme ve Malnütrisyon: Gazze’de neredeyse %10,4 oranında hane halkı kronik yetersiz beslenme ile mücadele etmekte, bu durum abluka ve sürekli savaşlar nedeniyle giderek artmaktadır.
  • Yüksek Anemi Oranları: Gazze nüfusunun %70’inde anemi gözlemlenirken, hamile kadınların %44’ü bu sağlık sorunu ile karşı karşıya kalmaktadır.
  • Gıda Güvensizliği: Bölgedeki halkın yaklaşık yarısı, herhangi bir düzeyde gıda güvensizliği yaşamaktadır; yaklaşık %68 oranında ailelerin şiddetli veya orta düzeyde gıda güvensizliği ile mücadele ettiği tespit edilmiştir.
  • Ekonomik Çöküş ve İşsizlik: Gazze’de işsizlik oranı genel olarak %42, gençler arasında ise %58 seviyelerine ulaşmıştır. Bu durum, ekonomik sıkıntıların yanı sıra sosyal huzursuzluğa neden olan önemli bir faktördür.
  • Siyasi ve Uluslararası Çifte Standartlar: Uluslararası toplumun, Gazze’de yaşanan insani krizlere verdiği tepkinin yetersizliği ve Batı ülkelerinin İsrail’e sağladığı koşulsuz destek, bölgedeki eşitsizlikleri derinleştiren unsurlar arasında yer almaktadır.
  • Dini Boyut: Gazze’deki açlık krizi, dolaylı olarak dini inançların ve uluslararası toplumun farklı algılarının etkisi altında olup, Batılı ülkelerin uyguladığı çifte standartların temelinde yatan kültürel ve dini önyargıları da gözler önüne sermektedir.

7.2 Çözüm Önerileri

Bu çok boyutlu krize verilebilecek çözüm önerileri şu şekilde özetlenebilir:

  1. Uluslararası Hukuk ve İnsan Hakları Standartlarının Güçlendirilmesi:
    • İsrail’in uyguladığı abluka ve baskı politikalarına karşı uluslararası hukuk çerçevesinde kesin yaptırımlar uygulanmalı, savaş suçlarına ilişkin soruşturmalar titizlikle yapılmalıdır10.
    • BM, uluslararası hak ve özgürlükleri korumak amacıyla daha etkin bir müdahale mekanizması oluşturmalı, çifte standartların önüne geçilmelidir.
  2. Ekonomik Kalkınmaya Yönelik Politikalar:
    • Gazze’nin ithalata dayalı ekonomik yapısının yeniden yapılandırılması, yerli üretimin desteklenmesi ve modern, sürdürülebilir tarım uygulamalarının hayata geçirilmesi gerekmektedir.
    • Dış yardımların etkin dağıtımı ve yerel yönetimlerin kapasitesinin artırılması, ekonomik bağımlılığı azaltacaktır.
    • İşsizlik oranlarını düşürecek istihdam projeleri geliştirilmeli, genç nüfusun iş gücüne kazandırılması adına mesleki eğitim programları uygulanmalıdır.
  3. Sosyal ve Sağlık Alanında Destek Programları:
    • Kronik malnütrisyon, anemi ve diğer sağlık sorunlarının önlenmesi için kapsamlı beslenme ve sağlık hizmetleri programları hayata geçirilmelidir.
    • Toplum sağlığını iyileştirmeye yönelik sosyal hizmetler, özellikle çocuklar, hamile kadınlar ve yaşlılar için acil müdahale planları geliştirilmelidir.
    • Psikolojik destek ve travma sonrası rehabilitasyon programları, savaş ve ablukanın ruhsal etkilerini hafifletmeye yardımcı olacaktır.
  4. Siyasi Çözüm ve Uluslararası İşbirliği:
    • Gazze’deki krizin temelinde yatan siyasi eşitsizlikler, adil ve kalıcı barış müzakereleri ile aşılmalıdır.
    • Uluslararası toplum, çifte standartlara son vermek amacıyla tarafsız ve objektif yaklaşım benimsediği sürece, Gazze’deki krizin çözümü için etkili adımlar atılacaktır.
    • İlgili ülkeler arasında kurulacak yeni diplomatik yapılar ve BM kararlarının uygulanması, bölgedeki uzun vadeli istikrarı sağlayabilir.
  5. Dini Dayanışma ve Kültürel Yaklaşımın Güçlendirilmesi:
    • Gazze’deki Müslüman toplumun dini dayanışma mekanizmaları, uluslararası arenada güçlü bir ses olarak kullanılmalıdır.
    • Dini önyargıların ve kültürel farklılıkların aşılması için, uluslararası toplumun daha eşitlikçi yaklaşımlar sergilemesi gerekmektedir.
    • Batı medyasının ve uluslararası kuruluşların, Gazze’de uygulanan politikaları değerlendirirken, kültürel ve dini farklılıkları göz önüne alan daha dengeli bir yaklaşım geliştirmesi önemlidir.

Aşağıdaki tablo, yukarıda belirtilen çözüm önerilerini özetlemektedir:

Çözüm ÖnerisiAçıklama
Uluslararası hukuk ve yaptırımlarAbluka, savaş suçları ve insan hakları ihlallerine karşı kesin yaptırımların uygulanması
Ekonomik kalkınma ve yerli üretimin desteklenmesiGazze ekonomisinin çeşitlendirilmesi; modern tarım, istihdam projeleri ve yerel üretimin artırılması
Sosyal ve sağlık hizmetlerinin iyileştirilmesiBeslenme, sağlık, psikolojik destek ve travma sonrası rehabilitasyon programlarının oluşturulması
Adil siyasi çözüm ve uluslararası işbirliğiTarafsız barış müzakereleri, BM kararlarının etkin uygulanması ve uluslararası destek mekanizmalarının güçlendirilmesi
Kültürel ve dini dayanışmaDini önyargıların aşılması, kültürel farklılıkların eşit şekilde değerlendirilmesi ve dini dayanışmanın güçlendirilmesi

Bu çözüm önerilerinin uygulanması, Gazze’deki açlık krizinin ve beraberinde gelen sosyal-iktisadi sorunların çözülmesi için hayati önem taşımaktadır.


Sonuç ve Genel Değerlendirme

Gazze’deki açlık krizi, tarihsel süreçten, ekonomik çöküşe, sosyal sağlık sorunlarından uluslararası siyasi eşitsizliklere kadar pek çok faktörün ardışık ve birleşik etkilerinin sonucudur. Üzerinde durulan analizler ışığında şu ana noktalar öne çıkmaktadır:

  • Tarihsel ve Jeopolitik Faktörler: Abluka, sürekli savaşlar ve işgal politikaları, Gazze’nin jeopolitik konumunu ve insanlık dışı yaşam koşullarını ortaya koymaktadır. Bölgedeki izolasyon, ekonomik ve sosyal krizleri derinleştirmektedir.
  • Ekonomik Zayıflık ve Gıda Güvensizliği: Yüksek işsizlik, dışa bağımlılık ve ithalata dayalı ekonomik yapı, Gazze’de temel gıda maddelerine erişimi zorlaştırmış; bu durum, nüfusun büyük bir kesiminin gıda güvensizliği yaşamasına neden olmuştur.
  • Sağlık ve Sosyal Sorunlar: Kronik yetersiz beslenme, anemi ve psikolojik travmalar, halkın yaşam kalitesini düşürmüş; demografik baskılar ise uzun vadeli istikrarı tehdit etmektedir.
  • Siyasi Eşitsizlikler ve Çifte Standartlar: Uluslararası arenada uygulanan çifte standartlar, Gazze’de yaşanan insan hakları ihlallerini daha da derinleştirmiş; Batı ülkelerinin koşulsuz İsrail desteği, adaletsizliği pekiştirmiştir.
  • Dini Boyut: Hem bölgesel hem de uluslararası düzeyde, dini inançların kullanımı ve kültürel önyargılar, insan haklarının evrenselliğini gölgede bırakmakta, Gazze’deki kriz ortamını daha karmaşık hale getirmektedir.

Bu çok boyutlu kriz, yalnızca askeri ve ekonomik müdahalelerle değil; aynı zamanda uluslararası hukuk, insan hakları, adil barış müzakereleri ve kültürel diyalogun güçlendirilmesiyle çözüme kavuşturulmalıdır. Gazze’deki açlık krizini aşabilmek için, uluslararası toplumun tarafsız, adil ve kapsamlı politikalar geliştirmesi gerekmekte; yerel düzeyde ise ekonomik, sosyal ve kültürel dayanışma artırılmalıdır.

Ana Çıkarımlar:

  • Gazze, insanlık tarihinin en uzun ve en derin açlık krizlerinden birine sahiptir.
  • Kronik malnütrisyon, yüksek anemi oranları ve gıda güvensizliği, bölgedeki halkın yaşam kalitesini ciddi şekilde etkilemektedir.
  • Ekonomik bağlamda işsizlik, yoksulluk ve dışa bağımlılık, açlık krizini derinleştiren etmenler arasındadır.
  • Uluslararası siyasi sistemde uygulanan çifte standartlar, Gazze’deki insani krizlerin çözümünü zorlaştırmaktadır.
  • Dini boyut ve kültürel önyargılar, bölgedeki eşitsizliklerin uluslararası arenada farklı algılanmasına sebep olmaktadır.

Sonuç olarak, Gazze’deki açlık krizinin çözümü; uluslararası toplumun tarafsız müdahalesi, sürdürülebilir ekonomik politikalar, kapsamlı sosyal ve sağlık programları ve adil siyasi çözümlerle mümkün olacaktır. Bu bağlamda, uluslararası hukukun etkin uygulanması, yerel liderlerin kapasitesinin artırılması ve kültürel dayanakların güçlendirilmesi, uzun vadede Gazze’deki insani ve sosyoekonomik sorunların aşılmasına yardımcı olacaktır.

Bu çalışma, Gazze’deki açlık krizini ve beraberinde getirdiği çok boyutlu eşitsizlikleri detaylı bir şekilde analiz ederek, çözüm önerilerini ortaya koymuştur. Hem bölgesel hem de uluslararası düzeyde atılacak adımlar, Gazze’deki insanlık dramının sona erdirilmesi açısından hayati önem taşımaktadır.

Bölgedeki veriler ışığında, Gazze’deki krizin yalnızca bir gıda meselesi olmadığı; aynı zamanda küresel politikaların, insan hakları ihlallerinin, ekonomik bağımlılığın ve çifte standartların bir araya gelmesiyle ortaya çıkan karmaşık bir sorun olduğu görülebilmektedir. Uluslararası toplumun, özellikle Batı ülkelerinin uyguladığı çifte standartlar; Gazze’deki insani trajedinin devam etmesinde etkin rol oynamaktadır. Bu bağlamda, Gazze’nin geleceğine yönelik kapsamlı ve çok boyutlu stratejiler geliştirilmesi, yalnızca geçici çözümler üretmekle kalmayıp uzun vadede de kalıcı barış ve adaletin sağlanabilmesi için elzemdir.

Araştırmamızın ortaya koyduğu temel noktalar, yeni politika yaklaşımlarının benimsenmesi, ekonomik bağımsızlık için yerli üretimin desteklenmesi, sağlıklı ve sürdürülebilir beslenme programlarının uygulanması, uluslararası hukukun etkin olarak uygulanması ve kültürel-dini dayanışmanın güçlendirilmesi gerektiğini göstermektedir. Gazze’deki açlık krizi, sadece bölgesel bir sorun olarak değil, uluslararası sistemin eşitsizlik ve adaletsizliklerini yansıtan önemli bir örnek olarak değerlendirilmelidir.

Sonuç olarak, siyasi, ekonomik ve kültürel boyutların entegre edildiği bütüncül çözümler, Gazze’deki açlık krizinin hafifletilmesi ve kalıcı bir barış ortamının tesis edilmesi için gereklidir. İlgili tarafların ortak hareket etmesi, uluslararası toplumun nesnel ve tarafsız yaklaşım sergilemesi, uzun vadeli ve sürdürülebilir politikalara yönelmesi, bölgedeki insan hakları, adalet ve insani değerlerin korunması açısından kritik önem taşımaktadır.


Kaynakça

  • “The Paradox of Nutrition-Related Diseases in the Arab Countries: The Need for Action” 
  • “Gazze Olaylarının Sosyal Hizmet Perspektifinde Değerlendirilmesi” 
  • “Dying of starvation if not from bombs: Assessing measurement properties of the Food Insecurity Experiences Scale (FIES) in Gaza’s civilian population experiencing the world’s worst hunger crisis” (
  • “Economic empowerment as a result of achieving SDGs with resource access: A comparative research between Gaza Strip and Hungary” 
  • “Reviewing the interactions between conflict and demographic trends in the Occupied Palestinian Territories: The case of the Gaza Strip” 
  • “The road to famine in Gaza”
  • “Food security challenges and innovation: The case of Gaza” 
Devamını Oku

Küresel Madenciliğin Sosyolojik, Ekonomik ve Siyasi Sorunları Üzerine Düşünceler

Küresel Madenciliğin Sosyolojik, Ekonomik ve Siyasi Sorunları Üzerine Düşünceler
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Sabri Karadoğan

Giriş: Küresel Madenciliğin Kapsamı ve Önemi

Madencilik sektörü, küresel ekonominin temel direklerinden biridir ve modern yaşamın hemen her alanında kullanılan hammaddeleri sağlamaktadır. Sektörün yıllık üretimi 10 milyar tonu aşmakta ve 1,5 trilyon ABD doları gibi devasa bir değere ulaşmaktadır. Bu ölçek, madenciliğin dünya ekonomisi için vazgeçilmez bir temel oluşturduğunu açıkça ortaya koymaktadır. Örneğin, 2023 yılında ABD Gayri Safi Yurtiçi Hasılası’nın (GSYİH) %1,4’ünü oluşturan madenciliğin, genel ekonomik etkisi bu oranın çok ötesine geçmektedir. Küresel madencilik pazarının 2022’deki 2 trilyon dolarlık değerinden, 2032 yılına kadar %5,8’lik yıllık bileşik büyüme oranıyla 3,5 trilyon dolara ulaşması beklenmektedir. Bu öngörülen büyüme, madenciliğin küresel ekonomik kalkınmadaki merkezi rolünü pekiştirmektedir.  

Sektör, metaller, mineraller ve kömür gibi fosil yakıtlar dahil olmak üzere çeşitli kritik hammaddeleri sağlamaktadır. Başlıca çıkarılan mineraller arasında kömür (7,4 milyar ton), demir (4,6 milyar ton), boksit (289 milyon ton), fosfat kayası (276 milyon ton) ve alçıtaşı (267,1 milyon ton) yer almaktadır. Bu mineraller, sanayiden inşaata, enerjiden tarıma kadar geniş bir yelpazede kullanılmaktadır.  

Özellikle enerji dönüşümü hedeflerine ulaşmak ve net sıfır karbon emisyonunu sağlamak için lityum, kobalt ve bakır gibi kritik minerallerin önemi giderek artmaktadır. Örneğin, lityum talebinin 2040 yılına kadar 40 kat, bakır talebinin ise önümüzdeki 20 yılda iki kattan fazla artması beklenmektedir. Bu durum, madenciliğin sadece mevcut ekonomiyi desteklemekle kalmayıp, aynı zamanda gelecekteki sürdürülebilir enerji sistemlerinin de temelini oluşturduğunu göstermektedir.  

Küresel madencilik faaliyetlerinde öne çıkan ülkeler arasında Avustralya (kömür, demir, uranyum), Kanada (uranyum, nikel, kobalt), ABD (kurşun, molibden), Çin (demir, kurşun, nadir toprak elementleri) ve Demokratik Kongo Cumhuriyeti (küresel kobaltın %76’sı) bulunmaktadır. Çin, küresel lityumun %65’ini ve nadir toprak elementlerinin %87’sini işleme kapasitesine sahip olmasıyla, küresel tedarik zincirlerinde önemli bir etki yaratmaktadır.  

Madencilik faaliyetleri, doğrudan istihdam yaratmanın yanı sıra, vergi geliri sağlama ve yollar, demiryolları, limanlar gibi altyapı geliştirme yoluyla geniş tedarik zincirlerini destekleyerek ek ekonomik aktivite yaratmaktadır. Bu doğrudan ve dolaylı katkılar, sektörün ulusal ve yerel ekonomiler için taşıdığı önemi vurgulamaktadır.  

Ancak bu büyük ekonomik potansiyele rağmen, madencilik sektörünün küresel talebi karşılama konusunda ciddi bir arz açığıyla karşı karşıya olduğu gözlemlenmektedir. Örneğin, 2030 yılına kadar mevcut madenlerin lityum ve kobalt ihtiyacının yalnızca yarısını, bakır ihtiyacının ise yaklaşık %80’ini karşılayabileceği tahmini, bu açığın gelecekte daha da büyüyeceğine işaret etmektedir. Bu arz-talep dengesizliği, kaçınılmaz olarak daha hızlı ve yoğun madencilik faaliyetlerine yönelik baskı yaratmaktadır. Bu baskı, raporun ilerleyen bölümlerinde detaylandırılacak olan çevresel ve sosyal sorunları potansiyel olarak kötüleştirebilir. Bu durum, madenciliğin ekonomik öneminin, aynı zamanda sorunların da bir katalizörü olabileceği karmaşık bir ilişkiyi ortaya koymaktadır.  

Dahası, küresel iklim değişikliğiyle mücadele ve enerji dönüşümü için hayati öneme sahip olan kritik minerallerin çıkarılması, ironik bir şekilde, geleneksel madencilikle ilişkilendirilen ciddi çevresel bozulma ve insan hakları ihlallerini beraberinde getirmektedir. Bu durum, “yeşil” bir geleceğe ulaşma çabasının, mevcut durumda “yeşil fedakarlık bölgeleri” yaratma pahasına gerçekleştiği bir paradoksu ortaya koymaktadır. Örneğin, Demokratik Kongo Cumhuriyeti’ndeki kobalt madenciliği, zehirli kirlilik, doğum kusurları ve hem işçiler hem de yerel sakinler için sağlık sorunlarına yol açarak “yeşil fedakarlık bölgesi” olarak tanımlanmaktadır. Bu, küresel bir sorunu (iklim değişikliği) çözmeye çalışırken başka bir dizi sorunu (çevresel yıkım, insan hakları ihlalleri) tetikleme potansiyeli taşıyan derin bir sistemik gerilimi barındırmaktadır.  

Bu rapor, küresel madencilik sektörünün sosyolojik, ekonomik ve siyasi boyutlardaki sorunlarını kapsamlı bir şekilde incelemeyi amaçlamaktadır. Madenciliğin çevresel etkilerinin bu sorunları nasıl derinleştirdiğini de ele alacak, vaka çalışmalarıyla küresel örnekler sunacak ve sürdürülebilir madencilik ilkeleri çerçevesinde çözüm yaklaşımlarını değerlendirecektir.

Tablo 1: Küresel Madencilik Üretim ve Değerine Genel Bakış

KategoriVeri
Toplam Yıllık Üretim Miktarı> 10 milyar ton
Toplam Yıllık Üretim Değeri1,5 trilyon ABD doları
Küresel GSYİH’ye Katkı Oranı (ABD Örneği)%1,4 (2023)
2022 Küresel Madencilik Piyasası Değeri2 trilyon ABD doları
2032 Tahmini Küresel Madencilik Piyasası Değeri3,5 trilyon ABD doları
En Çok Çıkarılan Mineraller (Yıllık)Kömür: 7,4 milyar ton; Demir: 4,6 milyar ton; Boksit: 289 milyon ton; Fosfat kayası: 276 milyon ton; Alçıtaşı: 267,1 milyon ton
Önemli Üretici Ülkeler ve Başlıca MineralleriAvustralya (Kömür, Demir, Uranyum), Kanada (Uranyum, Nikel, Kobalt), ABD (Kurşun, Molibden), Çin (Demir, Kurşun, Nadir Toprak Elementleri), Demokratik Kongo Cumhuriyeti (Kobalt)

Madenciliğin Sosyolojik Sorunları

Madencilik faaliyetleri, insan toplulukları üzerinde derin ve çok yönlü sosyolojik etkilere sahiptir. Bu etkiler, yerel halkın yaşam biçimleri, sağlıkları, güvenlikleri ve sosyal yapıları üzerinde önemli olumsuz sonuçlar doğurabilmektedir.

Yerinden Edilme ve Toplumsal Düzenin Bozulması

Büyük ölçekli madencilik projeleri, genellikle yerel toplulukların atalarından kalma topraklarından zorla çıkarılmasına ve başka yerlere yerleştirilmesine yol açmaktadır. Bu yeniden yerleşim süreçleri sıklıkla, etkilenen topluluklarla yeterli danışma veya onların özgür, önceden bilgilendirilmiş rızası olmaksızın gerçekleşmektedir. Bu durum, sadece fiziksel yer değişikliği anlamına gelmemekte, aynı zamanda geçim kaynaklarının kaybına, gıda ve temiz suya erişimin azalmasına ve dolayısıyla yoksullaşmaya neden olabilmektedir. Yeniden yerleşim alanları genellikle izole edilmiş olup, temel hizmetlerden ve sosyal ağlardan uzakta kalmaktadır.  

Madencilik faaliyetleri, topluluk içinde madenin faydalarından kimin yararlandığı ve kimin yararlanmadığı konusunda derin bölünmelere yol açabilmektedir. Bu durum, toplumsal uyumu zedelemekte ve mevcut sosyal dinamikleri değiştirmektedir. Yeni büyük ölçekli madencilik operasyonları, yerel sosyal çevrede yapısal ve işlevsel dönüşümlere neden olarak geçicilik ve madenciliğe bağımlılık kültürü gibi yeni fenomenleri ortaya çıkarabilmektedir. Örneğin, Demokratik Kongo Cumhuriyeti’nin Kolwezi şehrinde, daha önce 39.000 kişinin yaşadığı alanın %40’ı bakır ve kobalt madeni haline gelmiş, bu da büyük ve tartışmalı yeniden yerleşimlere yol açmıştır. Bu tür demografik ve yapısal dönüşümler, toplulukların kimliklerini ve yaşam alanlarına yönelik algılarını derinden etkileyebilmektedir.  

Yoksul insanların %60’ından fazlasının değerli doğal kaynaklara sahip ülkelerde yaşadığı, ancak bu zenginliği nadiren paylaştığı gözlemlenmektedir. Bu durum, kaynak zenginliğinin yoksulluğu hafifletmek yerine, yerel halk için yoksulluğu derinleştirdiği, onları sömürü ve çatışmaya karşı daha savunmasız hale getirdiği bir kısır döngü yaratmaktadır. Madencilik operasyonları, toplulukları yerinden etmesi, kaynaklarını kirletmesi ve eşitsiz faydalar sunmasıyla bu çelişkiyi daha da kötüleştirmektedir. Bu, kaynakların varlığının, sorumsuz çıkarım yöntemleriyle birleştiğinde, yerel toplulukların yoksulluğunu ve savunmasızlığını nasıl sürekli hale getirdiğini gösteren sistemik bir sorundur.  

Sağlık ve Güvenlik Riskleri: İşçi ve Yerel Halk Üzerindeki Etkiler

Madencilik, dünya genelindeki en tehlikeli büyük endüstrilerden biri olarak kabul edilmektedir. Madenciler, yeraltı operasyonlarında yangınlar, patlamalar, göçükler ve ağır makinelerle ilgili anlık tehlikelerle karşı karşıyadır. Uzun süreli toz ve toksik gaz maruziyeti, pnömokonyoz ve çeşitli akciğer hastalıkları gibi ciddi sağlık sorunlarına yol açmaktadır. Özellikle silika tozunun solunması, fibrotik bir akciğer hastalığı olan silikozise neden olabilmektedir. Mesleki hastalıklar arasında solunum sistemi hastalıkları, deri hastalıkları, kas-iskelet sistemi hastalıkları ve çeşitli kanserler bulunmaktadır. Gürültüye bağlı işitme kaybı da madenciler arasında yaygın bir sorundur. Ayrıca, madenciliğe özgü çalışma koşulları, ölüm ve kaza riski, vardiyalı çalışma, uykusuzluk ve iş ilişkileri gibi faktörler, işçilerde post-travmatik stres bozukluğu, kişilerarası ilişkilerde bozukluklar, anksiyete ve uyku bozuklukları gibi ruh sağlığı sorunlarına neden olabilmektedir.  

Madencilik faaliyetlerinin yerel halk üzerindeki sağlık etkileri de yıkıcı olabilmektedir. Madenler, havaya, suya ve toprağa zararlı kimyasallar ve ağır metaller salarak, solunduğunda veya tüketildiğinde ciddi sağlık sorunlarına yol açmaktadır. Asit Maden Drenajı (AMD), su kaynaklarını kirleten ve dünya çapında önemli bir su kirliliği nedeni olan kritik bir sorundur. Madencilik işlemleri sırasında açığa çıkan toz, partikül madde ve gazlar hava kalitesini düşürmektedir. Örneğin, Şili’nin Antofagasta bölgesindeki Calama kentinde yoğun bakır madenciliği, ülkedeki en yüksek kanser ölüm oranlarından birine (akciğer kanseri ulusal ortalamanın neredeyse üç katı) ve kurşun, arsenik, nikel, molibden ve kadmiyum gibi ağır metallerle sürekli hava kirliliğine yol açmıştır. Zambiya’nın Kabwe kentinde eski kurşun madenciliği, çocuklarda yaygın kurşun zehirlenmesine neden olmuş, en çok etkilenen kasabalardaki çocukların %95’inden fazlasında yüksek kan kurşun seviyeleri tespit edilmiştir. Demokratik Kongo Cumhuriyeti’ndeki kobalt madenciliği de zehirli kirlilik, doğum kusurları ve hem işçiler hem de yerel sakinler için ciddi sağlık sorunlarına yol açmaktadır.  

Madenciliğin neden olduğu uzun vadeli çevresel kirlilik, sağlık etkilerinin mevcut işçiler veya sakinlerle sınırlı kalmayıp gelecek nesillere de yayıldığını göstermektedir. Kabwe’deki çocuklarda görülen ciddi kurşun zehirlenmesi ve Demokratik Kongo Cumhuriyeti’ndeki kobalt madenciliğinin doğum kusurlarıyla bağlantısı, bu durumun somut örnekleridir. Bu, kronik hastalıklar ve yaşam kalitesinde düşüş mirası bırakarak nesiller arası eşitlik ve kaynak çıkarımının gerçek maliyeti hakkında derin etik sorunları gündeme getirmektedir. Kirliliğin devam etmesi ve en savunmasız grupları (çocukları) etkilemesi, madenciliğin etik boyutunu ve toplumsal maliyetini derinleştirmektedir.  

İnsan Hakları İhlalleri ve Çalışma Koşulları

Madencilik sektörü, sömürgecilik, kanlı elmaslar, yerli grupların toprak gaspı, gıda kirliliği ve yaşanabilir ücretler için protesto eden işçilere karşı ölümcül güç kullanımı gibi yüzyıllardır süregelen insan hakları ihlalleri mirasına sahiptir. İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi (İHEB) tarafından belirlenen standartlar ve ilkeler sıklıkla tam olarak benimsenmemektedir. Özellikle İHEB’in 25. Maddesi’nde belirtilen “kendisi ve ailesinin sağlık ve refahı için yeterli yaşam standardı hakkı”, madencilik faaliyetlerinin uzun vadeli çevresel ve sağlık etkileri nedeniyle sıkça ihlal edilmektedir.  

Gayri resmi ve küçük ölçekli madencilik operasyonları genellikle hükümet denetiminden yoksundur, bu da adaletsiz ücret, tehlikeli çalışma koşulları, kötü muamele ve çocuk işçiliğine yol açmaktadır. Demokratik Kongo Cumhuriyeti’ndeki kobalt madenciliğinde çocuk işçiliği önemli bir endişe kaynağıdır ve modern köleliğe benzetilmektedir. Bu tür operasyonlarda çalışan işçiler genellikle iş bulma umuduyla çaresizlik içinde çalışmaktadır. Bazı ülkelerde zayıf iş yasaları veya yetersiz uygulama, işçileri istismara karşı savunmasız bırakmaktadır.  

Kadınlar, madenciliğin olumsuz etkilerinden orantısız bir şekilde etkilenmektedir. Araziye erişim veya tazminat müzakerelerinde nadiren danışılırlar, iş fırsatlarından daha az yararlanırlar ve ayrımcılık, kötü çalışma koşulları ve eşit işe eşitsiz ücretle karşılaşırlar. Maden bölgelerindeki geçici erkek işgücü, alkol tüketimi, şiddet ve seks işçiliği gibi sosyal sorunların artmasına neden olabilmektedir. Ayrıca, maden çıkarma endüstrilerinin sonuçları transseksüel, İki Ruhlu ve LGBTQ+ topluluğunun diğer üyelerini de orantısız bir şekilde etkileyebilmektedir.  

Toplumsal Çatışmalar ve Adaletsiz Fayda Dağılımı

Madencilik projelerinden etkilenen toplulukların onay süreçlerinden ve ekonomik faydalardan dışlanması, iş durdurmalarına ve hatta ölümlere yol açan sosyal çatışmalara neden olmaktadır. Madencilik gelirlerinin adaletsiz dağılımı, özellikle yerel düzeyde hissedilmekte ve topluluklar, endüstri ve hükümetler arasında sosyal ayrışmalara yol açmaktadır. Gelişmekte olan ülkelerde, zenginlik yaratımı genellikle iktidardakilere fayda sağlarken, yoksul yerel topluluklar madenciliğin çevresel yükünü taşımaktadır.  

Hükümetler, sosyal protestoları suç sayarak veya madencilik şirketleri insan haklarına saygılı olmayan özel güvenlik güçleri kullanarak gerilimi daha da tırmandırabilmektedir. Bu durum, toplumsal uyumu zedelemekte ve etkili yönetişimi engellemektedir.  

Peru’da, madencilik şirketlerinin elde ettiği büyük karlara rağmen yerel halkın yaşam koşullarının iyileşmemesi ve toprak-su kaynaklarının kirlenmesi korkusu nedeniyle büyük ölçekli madencilik operasyonları etrafında çatışma ve şiddet artışı yaşanmıştır. Rio Blanco bakır projesindeki protestolar şiddetli çatışmalara ve ölümlere yol açmış, yerel yönetimler projeyi referandumla reddetmiştir. Bu tür olaylar, kaynakların kontrolü ve faydaların paylaşımı konusundaki derin anlaşmazlıkları yansıtmaktadır.  

Madencilik faaliyetleri, özellikle yeterli istişare ve adil fayda paylaşımı eksikliği durumunda, topluluk içinde bölünmelere (“kimin faydalandığı, kimin faydalanmadığı”) ve yerel halk, madencilik şirketleri ve hükümetler arasındaki güvenin aşınmasına yol açmaktadır. Bu toplumsal uyumun aşınması, sadece protestoları ve çatışmaları körüklemekle kalmamakta, aynı zamanda etkili yönetişimi ve sürdürülebilir uygulamaların hayata geçirilmesini de engellemekte, böylece olumlu kalkınmanın önünde kalıcı bir engel oluşturmaktadır. Etkili katılımın faydaları vurgulanırken, bu katılımın “teşvik eksikliği, sorunlu teşvikler, yönetişim kapasitesi eksikliği” nedeniyle nadiren gerçekleştiği belirtilmektedir. Bu durum, güvenin zedelenmesinin, çevresel ve ekonomik sorunların çözümünü de nasıl zorlaştırdığını gösteren derin bir toplumsal sonuçtur.  

Cinsiyet ve Kültürel Etkiler

Madenciliğin olumsuz etkileri kadınları orantısız bir şekilde etkilemeye devam etmektedir. Kadınlar, madencilik projeleriyle ilgili kararlara katılımda genellikle dışlanmakta ve madencilikten elde edilen faydaların dağıtımında erkeklere göre daha az pay almaktadırlar.  

Madencilik, özellikle yerli topluluklar için kültürel mirası ve geleneksel yaşam biçimlerini yok edebilmektedir. Çoğu keşfedilmemiş kritik mineral yatağı, yerli topraklarına yakın konumda bulunmaktadır. Bu durum, yerli halkların topraklarına ve kültürel alanlarına yönelik haklarının ihlal edilmesi riskini artırmaktadır. Madencilikle gelen demografik ve sosyal değişimler, geleneksel yaşam tarzlarıyla (örneğin kırsal ve maden işçisi erkekliği) ilişkili topluluk kimliğini etkileyebilmektedir.  

Tablo 2: Madenciliğin Sosyolojik Etkileri: Temel Sorunlar ve Örnekler

Sosyolojik Sorun AlanıAçıklama/EtkiÖrnek Ülke/Bölge
Yerinden Edilme ve Toplumsal Düzenin BozulmasıToplulukların topraklarından zorla çıkarılması, geçim kaybı, gıda/su erişiminin azalması, yoksullaşma, toplumsal bölünmeler ve demografik dönüşüm.Demokratik Kongo Cumhuriyeti (Kolwezi), Peru
Sağlık ve Güvenlik Riskleriİşçi: Yangın, patlama, göçük, ağır makine tehlikeleri; uzun süreli toz/gaz maruziyeti (pnömokonyoz, silikozis, akciğer hastalıkları); kas-iskelet, deri hastalıkları, kanserler; işitme kaybı; ruh sağlığı sorunları (PTSD, anksiyete, uyku bozuklukları). Yerel Halk: Hava, su, toprak kirliliği (AMD, ağır metaller, toz); yüksek kanser oranları, doğum kusurları, kurşun zehirlenmesi.Şili (Calama), Zambiya (Kabwe), Demokratik Kongo Cumhuriyeti
İnsan Hakları İhlalleri ve Çalışma KoşullarıSömürgecilik, toprak gaspı, gıda kirliliği, işçi protestolarına karşı şiddet; adaletsiz ücret, tehlikeli koşullar, çocuk işçiliği, kötü muamele; kadınlara orantısız etki (ayrımcılık, eşitsiz ücret, sosyal sorunlar); zayıf iş yasaları.Demokratik Kongo Cumhuriyeti, Peru
Toplumsal Çatışmalar ve Adaletsiz Fayda DağılımıToplulukların karar ve fayda süreçlerinden dışlanması; iş durdurmaları, şiddet ve ölümler; gelir dağılımı eşitsizliği; protestoların suç sayılması; güvenlik güçlerinin insan hakları ihlalleri.Peru
Cinsiyet ve Kültürel EtkilerKadınların orantısız etkilenmesi, kültürel mirasın ve geleneksel yaşam biçimlerinin tahribatı, topluluk kimliğinin değişimi, LGBTQ+ topluluğu üzerinde olumsuz etkiler.Yerli topluluklar genelinde

Madenciliğin Ekonomik Sorunları

Madencilik sektörünün küresel ekonomiye katkıları yadsınamaz olsa da, beraberinde getirdiği bir dizi ekonomik sorun, özellikle kaynak zengini ancak yönetişim zafiyetleri olan ülkeler için önemli zorluklar yaratmaktadır.

Kaynak Bağımlılığı ve “Kaynak Laneti”

Bol doğal kaynaklara sahip ülkeler, genellikle daha yavaş ekonomik büyüme, daha yüksek yolsuzluk oranları ve artan sosyal eşitsizlikler yaşamaktadır. Bu durum, uluslararası literatürde “kaynak laneti” olarak bilinmektedir. Bu paradoksal durum, madencilik gelirlerinin diğer endüstrilerin gelişimini engelleyerek ekonomiyi değişken emtia fiyatlarına bağımlı hale getirebilmesinden kaynaklanmaktadır. Zayıf kurumsal yapılara sahip gelişmekte olan ülkeler, birincil olarak ham madde ticaretine gelir kaynağı olarak bağımlı kalmakta, bu da ekonomik çeşitliliği ve uzun vadeli sürdürülebilir kalkınmayı engellemektedir.  

Bu “kaynak laneti” olgusu, sadece teorik bir kavram olmakla kalmayıp, yasadışı madencilik faaliyetleri ve zayıf yönetişim tarafından aktif olarak şiddetlendirilmektedir. Yasadışı çıkarımdan kaynaklanan devasa gelir kayıpları, yıllık 12 milyar ila 48 milyar ABD doları arasında değişmekte ve bu fonlar kamu hizmetlerine ve altyapıya yapılacak yatırımları doğrudan engellemektedir. Örneğin, Demokratik Kongo Cumhuriyeti, yasadışı kobalt madenciliğinden yılda yaklaşık 1 milyar dolar, Güney Afrika ise yasadışı altın madenciliğinden 3,8 milyar dolar (ülke GSYİH’sinin neredeyse %1’i) kaybetmektedir. Yolsuzluk ise, yasal madencilikten elde edilen servetin de genel nüfusa fayda sağlamasını engellemekte, hükümetleri ve toplulukları okullara, hastanelere ve altyapıya yapılacak yatırımlardan mahrum bırakmaktadır. Bu durum, kaynak zengini ülkelerde ekonomik eşitsizliği ve azgelişmişliği derinleştirmektedir. Endonezya’daki Singkep Adası’nın durumu bu bağımlılığın somut bir örneğidir; adadaki kalay madeninin kapanmasının ardından, ekonomik çeşitlilik eksikliği ve aşırı kaynak bağımlılığı nedeniyle bölge hızlı bir ekonomik çöküş ve uzun vadeli kayıplar yaşamıştır.  

Piyasa Dalgalanmaları ve Finansal Belirsizlikler

Madencilik endüstrisi, küresel emtia fiyatlarındaki dalgalanmalara karşı oldukça hassastır. Bu dalgalanmalar, şirketlerin gelirlerini ve karlılıklarını doğrudan etkilemektedir. Altın madencileri hariç, önde gelen 40 küresel madencilik şirketinin gelirleri ve FAVÖK’leri (faiz, vergi, amortisman ve itfa öncesi kar) 2024’te düşüş göstermiştir. Artan maliyetler, FAVÖK marjlarını %24’ten %22’ye düşürmüştür.  

Madencilik hisse senetleri, ekonomik döngülerle doğrudan ilişkilidir. Genişleme dönemlerinde (yüksek talep, güçlü fiyatlar) genellikle iyi performans gösterirken, durgunluk dönemlerinde daha düşük değerlemeler ve azalan kar marjları ile karşılaşmaktadır. Mineral ihracatına büyük ölçüde bağımlı ülkeler, emtia fiyatlarındaki bu dalgalanmalara karşı özellikle savunmasızdır. Singkep Adası’ndaki kalay madeninin ani kapanışı, küresel kalay fiyatlarındaki düşüşün doğrudan bir sonucuydu ve bölgede anında ekonomik çöküşe yol açarak, tek bir sektöre bağımlılığın risklerini gözler önüne sermiştir.  

Enerji dönüşümü, kritik minerallere olan talebi artırırken , aynı zamanda yeni ekonomik kırılganlıklar da ortaya çıkarmaktadır. Bu kritik mineral rezervlerinin ve işleme kapasitesinin birkaç, genellikle yönetişim sorunları yaşayan ülkede (Demokratik Kongo Cumhuriyeti’nde kobalt, Çin’de nadir toprak elementleri/lityum işleme) yoğunlaşması , önemli tedarik zinciri riskleri ve jeopolitik kaldıraç noktaları yaratmaktadır. Bu durum, siyasi istikrarsızlığa ve düzenleyici değişikliklere karşı savunmasızlığı artırmakta, ihracat kısıtlamalarına yol açabilmekte ve kritik mineral fiyatlarında keskin artışları tetikleyebilmektedir. Bu da küresel elektrifikasyonun hızını ve maliyetini etkileyebilir. Bu, küresel bir hedefin (enerji dönüşümü) mineral kaynaklarının coğrafi dağılımı ve mevcut yönetişim sorunları nedeniyle nasıl yeni, yoğunlaşmış ekonomik riskler yarattığını gösteren karmaşık bir etkileşimdir.  

Yasadışı Madenciliğin Ekonomik Yansımaları

Yasadışı madencilik, çok az denetimle veya hiç denetim olmaksızın yürütülmekte ve ev sahibi topluluklara veya hükümetlere çok az gelir sağlamaktadır. Bu durum, yasal madencilikten elde edilebilecek potansiyel ekonomik faydaların kaybedilmesine neden olmaktadır. Yasadışı çıkarımdan kaynaklanan tahmini küresel gelir kaybı yıllık 12 milyar ila 48 milyar ABD doları arasında değişmektedir. Bu kayıp gelirler, altyapı geliştirme, eğitim veya ekonomik kalkınma yatırımlarına aktarılamamaktadır.  

Yasadışı madencilik, genellikle vergi kaçakçılığı, dolandırıcılık ve yolsuzluk gibi ekonomik suçlarla bağlantılıdır ve düzenleyici çerçevelerdeki boşlukları istismar etmektedir. Yüksek karlar ve düşük yakalanma/kovuşturma riskleri nedeniyle organize suç grupları bu sektörü istismar etmektedir. Kolombiya’daki suç grupları, uyuşturucu satışından daha fazla geliri yasadışı altın madenciliğinden elde etmektedir. Peru’da, küçük ölçekli altın madenciliğini resmileştirmeyi amaçlayan bir “madencilik koridoru” oluşturulması, pratikte yasadışı madenciliği teşvik etmiş, bu da yerli bölgelerin istilasına ve insan kaçakçılığına yol açmıştır.  

Yüksek Maliyetler ve Yatırım Engelleri

Yüksek maliyetler ve artan yatırımlar, önde gelen küresel madencilik şirketlerinin karlarını azaltmaktadır. Çevresel düzenlemeler ve sosyal sorumluluk gereklilikleri gibi unsurlar da işletme maliyetlerini artırmaktadır. Yeni maden projelerinin geliştirilmesi uzun zaman almaktadır; örneğin, bir lityum madeni için ortalama 16,5 yıl gibi uzun bir geliştirme süresi gerekmektedir. Bu uzun vadeli yatırım ve geri dönüş süreleri, finansal belirsizlikleri artırmaktadır.  

Türkiye’de madencilik sektörü, uzun ruhsatlandırma ve izin süreçleri, yatırım güvencesi eksikliği, kamuoyundaki olumsuz algı, yüksek maliyetler ve istihdam sorunlarıyla boğuşmaktadır. Bu sorunlar, yatırımcıları sektörden uzaklaştırmakta ve ülkenin maden potansiyelini tam olarak değerlendirmesini engellemektedir. Madencilik sektöründeki verimlilik endeksi son 10 yılda yaklaşık %40 azalmıştır. Türkiye’de bir maden işçisinin yılda ürettiği katma değer (19.200 €), Almanya’daki (96.600 €) düzeyinin oldukça altındadır.  

Tedarik Zinciri Kırılganlıkları

Kritik mineral üretiminin (örneğin Demokratik Kongo Cumhuriyeti’nde kobalt, Çin’de nadir toprak elementleri/lityum işleme) birkaç ülkede yoğunlaşması, siyasi istikrarsızlığa ve düzenleyici değişikliklere karşı küresel tedarik zincirlerinde kırılganlık yaratmaktadır. Küresel olaylar, piyasa şokları, lojistik aksaklıklar ve uzun tedarik süreleri, tedarik zincirlerini zorlamaktadır. Süveyş Kanalı tıkanıklığı, Çin’deki seller ve Şili/Peru’daki işçi huzursuzlukları gibi olaylar madencilik sektörünü olumsuz etkilemiştir. Çin’in nadir toprak elementleri ihracatına getirdiği kısıtlamalar gibi diplomatik anlaşmazlıklar sırasında uygulanan ihracat kısıtlamaları, tedarik zinciri riskleri yaratabilmektedir. Bu durum, ülkeleri ve şirketleri alternatif tedarik kaynakları aramaya veya yerel üretimi artırmaya yöneltmektedir.  

Tablo 3: Madenciliğin Ekonomik Etkileri: Temel Sorunlar ve Örnekler

Ekonomik Sorun AlanıAçıklama/EtkiÖrnek Ülke/Veri
Kaynak Bağımlılığı ve “Kaynak Laneti”Kaynak zenginliğine rağmen yavaş büyüme, yüksek yolsuzluk, artan eşitsizlik; diğer sektörlerin körelmesi; gelişmekte olan ülkelerin ham madde ticaretine bağımlılığı.Singkep Adası (Endonezya), Demokratik Kongo Cumhuriyeti
Piyasa Dalgalanmaları ve Finansal BelirsizliklerEmtia fiyatlarına yüksek hassasiyet; düşen kar marjları; ekonomik döngülerle ilişkili performans; ihracat bağımlılığının kırılganlığı.Küresel Maden Şirketleri, Singkep Adası
Yasadışı Madenciliğin Ekonomik YansımalarıDenetimsizlik, ev sahibi topluluklara/hükümetlere düşük gelir; yıllık milyarlarca dolarlık küresel gelir kaybı; organize suçlarla bağlantı (vergi kaçakçılığı, dolandırıcılık, yolsuzluk).Demokratik Kongo Cumhuriyeti, Güney Afrika, Peru, Kolombiya
Yüksek Maliyetler ve Yatırım EngelleriArtan işletme giderleri, uzun geliştirme süreçleri; ruhsatlandırma, yatırım güvencesi, kamuoyu algısı sorunları; düşen verimlilik.Türkiye, Küresel Maden Şirketleri
Tedarik Zinciri KırılganlıklarıKritik mineral üretiminin belirli ülkelerde yoğunlaşması; jeopolitik olaylar, piyasa şokları, lojistik aksaklıklar; ihracat kısıtlamalarıyla jeopolitik kaldıraç kullanımı.Demokratik Kongo Cumhuriyeti, Çin

Madenciliğin Siyasi Sorunları

Madencilik faaliyetleri, ulusal ve uluslararası düzeyde siyasi istikrarı, yönetişim yapılarını ve yerel halkın haklarını derinden etkileyen önemli siyasi sorunlara yol açabilmektedir.

Yönetişim Zafiyetleri ve Yolsuzluk

Gelişmekte olan piyasalarda zayıf makroekonomik çerçeveler ve yetersiz yasal/düzenleyici rejimler yaygındır. Bu kurumsal zayıflıklar, madencilik sektöründeki yolsuzluk riskini artırmaktadır. Yolsuzluk, özellikle kritik mineraller madenciliğinde, küresel enerji dönüşümünü riske atan önemli bir tehdit olarak belirlenmiştir. Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü (OECD) verilerine göre, her beş yabancı rüşvet davasından biri çıkarım endüstrilerini içermektedir. Uluslararası Para Fonu (IMF), her yıl 1,5 ila 2 trilyon ABD dolarının rüşvet nedeniyle kaybedildiğini ve çıkarım endüstrilerini şeffaflık çabaları için öncelikli bir sektör olarak belirlediğini ifade etmektedir.  

Yolsuzluk, madencilik operasyonlarının izlenmesini ve düzenlenmesini engeller, vergilerin ve telif haklarının toplanmasını baltalar ve şirket ile topluluk arasındaki ilişkiye zarar verir. Bu durum, kaynak zengini ülkelerde ekonomik eşitsizliği ve azgelişmişliği derinleştirmektedir. 14 anahtar kritik mineralin 11’inin küresel rezervlerinin yarısından fazlası, yolsuzluğa eğilimli yargı bölgelerinde bulunmaktadır. Örneğin, nadir toprak elementlerinin %91’i, kobaltın %74’ü ve nikelin %67’si bu tür bölgelerde yoğunlaşmıştır. Demokratik Kongo Cumhuriyeti (kobalt rezervlerinin %57’si) Yolsuzluk Algı Endeksi’nde 20/100, Endonezya (nikel rezervlerinin %42’si) 37/100 puan almaktadır. Bu yoğunlaşma, küresel enerji dönüşümünün güvenli tedarikini tehdit etmekte ve yolsuzluğun topluluklar ve çevre üzerindeki etkilerini artırmaktadır. Yasadışı madencilik de düzenleyici çerçevelerdeki boşlukları istismar ederek vergi kaçakçılığı ve dolandırıcılık gibi ekonomik suçlarla bağlantılıdır.  

Kaynak Milliyetçiliği ve Devlet Müdahaleleri

Madencilik projeleri, bir ülkenin GSYİH’sinin önemli bir yüzdesini temsil edebildiğinden, ev sahibi ekonomiler için büyük önem taşımakta ve bu nedenle milliyetçi tartışmaların odak noktası haline gelebilmektedir. Bu durum, hükümet politikalarında değişiklikleri, kamulaştırmaları, lisans iptallerini ve sözleşme “incelemelerini” tetikleme potansiyeline sahiptir. Doğrudan varlık kamulaştırması yerine, “sinsi kamulaştırma” olarak bilinen daha dolaylı ve sinsi bir hükümet müdahalesi biçimi de giderek daha fazla görülmektedir. Bu, yabancı işletmelere karşı seçici olarak uygulanan cezai vergi rejimleri şeklinde ortaya çıkabilmektedir.  

Ülkeler, mineral kaynakları üzerindeki kontrollerini artırmakta veya çıkarımdan elde edilen karların daha büyük bir payını talep etmektedir, bu da genellikle ihracat kısıtlamalarına veya düzenleyici değişikliklere yol açmaktadır. Örneğin, Endonezya yerel işlemeyi teşvik etmek amacıyla nikel cevheri ihracatını yasaklamış, Şili ise lityum endüstrisini kamulaştırmaya yönelik adımlar atmaktadır. Bu tür hükümet eylemleri, yabancı yatırımcılar için belirsizlik yaratabilmekte, yatırım getirilerini etkileyebilmekte ve tedarik zincirinde maliyetleri artırabilmektedir. Moğolistan’da 2006’da yüksek bakır ve altın fiyatlarının ardından çıkarılan “beklenmedik kar vergisi” ve Zambiya’daki vergi sorunları, bu tür devlet müdahalelerinin somut örnekleridir.  

Jeopolitik Gerilimler ve Uluslararası İlişkiler

Jeopolitik dinamikler, potansiyel tarife artışları ve ihracat kısıtlamaları gibi faktörler, mineral sektöründe siyasi riskleri artırmaktadır. Bu faktörler, tedarik zincirlerini, fiyatları, ürün bulunabilirliğini ve madencilik projelerinin yatırım getirisini etkileyebilmektedir. Kritik mineral üretiminin (örneğin Demokratik Kongo Cumhuriyeti’nde kobalt, Çin’de nadir toprak elementleri işleme) birkaç ülkede yoğunlaşması, siyasi istikrarsızlığa ve düzenleyici değişikliklere karşı kırılganlık yaratmaktadır. Bu durum, siyasi istikrarsızlığın fiyatlar ve kritik minerallerin bulunabilirliği üzerindeki etkisini artırabilmektedir.  

Çin’in küresel lityumun %65’ini ve nadir toprak elementlerinin %87’sini işlemesi, fiyatlandırma ve bulunabilirlik üzerinde önemli bir etki sağlamaktadır. Çin’in diplomatik anlaşmazlıklar sırasında uyguladığı ihracat kısıtlamaları, tedarik zinciri riskleri yaratabilmektedir. Örneğin, 2010’da Japonya’ya uygulanan nadir toprak ambargosu ve 2024’te ABD’ye yönelik ihracat kontrolleri, bu tür anlaşmazlıkların diğer ülkeler veya şirketler için nasıl riskler oluşturabileceğini göstermektedir.  

Günümüzde yaşanan durum, “enerji dönüşümü” yerine “enerji eklemesi” dönemi olarak da tanımlanabilmektedir. Yenilenebilir enerji, fosil yakıtların yerini almak yerine, enerji sistemine eklenmekte, her ikisi de iklim krizini şiddetlendirmekte ve gezegenin sağlığını ciddi şekilde riske atmaktadır. Bu durum, küresel çıkarım ve emisyonların artmaya devam etmesine yol açmakta, iklim krizini gerçekten çözmek yerine ekosistemleri ve toplulukları daha büyük risk altına sokmaktadır.  

Mineral kaynaklarının jeopolitik bir kaldıraç olarak kullanılması giderek daha belirgin hale gelmektedir. Küresel güçlerin mineral tedarik zincirlerini güvence altına alma telaşı, dünya çapındaki yerli toplulukları şiddet, toprak ihlali, çatışmalar, insan hakları ihlalleri ve kriminalizasyon tehditleriyle karşı karşıya bırakmaktadır, zira onların hakları ve çevresel güvenceler genellikle göz ardı edilmektedir. Derin deniz madenciliği gibi stratejik hamleler de çevresel risklere rağmen gündeme gelmektedir.  

Yerel Halkın Hakları ve Siyasi Katılım

Madencilik faaliyetlerinden etkilenen toplulukların karar alma süreçlerinden dışlanması, çevresel bozulmanın ve sosyal adaletsizliğin derinleşmesine yol açmaktadır. Maden sahasındaki çevresel bozulmalara orantısız bir şekilde maruz kalan toplulukların tanınma ve katılım hakları sıklıkla göz ardı edilmektedir. Hükümetlerin ciddi sosyal ve çevresel sonuçlara karşı koruma sağlayamaması veya sağlamak istememesi, önceden var olan kırılganlıkları daha da kötüleştirebilmektedir.  

Yerli topluluklar için Özgür, Önceden Bilgilendirilmiş ve Rızaya Dayalı Onay (FPIC) hakkının önemi büyüktür, ancak bu ilke sıklıkla ihlal edilmektedir. Peru’da, yasadışı altın madenciliği nedeniyle yerli topluluklar topraklarının istilası, sosyal bölünme ve çevresel tahribatla mücadele etmekte, devletin yetersiz veya etkisiz varlığı nedeniyle kendi kendini savunma güçleri oluşturmak zorunda kalmaktadır.  

Çok uluslu şirketler (ÇUŞ’lar), faaliyetlerini ulusal sınırların ötesine taşıyarak, zayıf standartlara, baskıcı rejimlere, insan hakları ihlallerine ve yetersiz düzenlemelere sahip ülkelere değer zinciri faaliyetlerini kaydırabilmektedir. Bu şirketler, kamu politikalarını ve yasal çerçeveleri kendi ekonomik çıkarları doğrultusunda etkileme gücüne sahiptir. Bu durum, işçi haklarının ve daha geniş insan haklarının korunmasında önemli boşluklar yaratmaktadır.  

Tablo 4: Madenciliğin Siyasi Etkileri: Temel Sorunlar ve Örnekler

Siyasi Sorun AlanıAçıklama/EtkiÖrnek Ülke/Bölge
Yönetişim Zafiyetleri ve YolsuzlukZayıf yasal/düzenleyici çerçeveler; kritik minerallerde yolsuzluk riski; operasyon izleme, vergi toplama ve şirket-topluluk ilişkilerinde bozulma; yolsuzluğa eğilimli bölgelerde kritik mineral yoğunlaşması; yasadışı madencilik ve ekonomik suçlar.Demokratik Kongo Cumhuriyeti, Endonezya, Küresel
Kaynak Milliyetçiliği ve Devlet MüdahaleleriMadencilik projelerinin GSYİH’deki yüksek payı nedeniyle milliyetçi tartışmalar; politika değişiklikleri, kamulaştırmalar, lisans iptalleri; “sinsi kamulaştırma” (cezai vergiler); kaynaklar üzerinde artan devlet kontrolü.Endonezya, Şili, Moğolistan, Zambiya
Jeopolitik Gerilimler ve Uluslararası İlişkilerTarife ve ihracat kısıtlamalarıyla artan siyasi riskler; üretim/işleme konsantrasyonunun kırılganlığı; diplomatik anlaşmazlıklarda ihracat kısıtlamalarının kullanımı; “enerji eklemesi” paradoksu; yerli halkların haklarının göz ardı edilmesi; derin deniz madenciliği.Çin, Demokratik Kongo Cumhuriyeti, Kanada
Yerel Halkın Hakları ve Siyasi KatılımToplulukların karar alma süreçlerinden dışlanması; çevresel bozulmaya maruz kalanların tanınma ve katılım hakkı eksikliği; hükümetlerin koruma sağlayamaması; Özgür, Önceden Bilgilendirilmiş ve Rızaya Dayalı Onay (FPIC) ihlalleri; çok uluslu şirketlerin politika etkisi.Peru, Yerli topluluklar genelinde

Çözüm Yaklaşımları ve Sürdürülebilir Madencilik İlkeleri

Madencilik sektörünün doğurduğu karmaşık sosyolojik, ekonomik ve siyasi sorunların üstesinden gelmek için çok paydaşlı, bütüncül ve sürdürülebilir bir yaklaşım benimsenmesi gerekmektedir. Bu yaklaşım, uluslararası anlaşmalar, kurumsal sorumluluk, yerel topluluk katılımı ve teknolojik inovasyonu bir araya getirmelidir.

Uluslararası Anlaşmalar ve Düzenlemeler

Uluslararası anlaşmalar ve standartlar, sorumlu madencilik uygulamaları için temel bir çerçeve sunmaktadır. İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi (İHEB), madencilik sektöründeki insan hakları standartlarının temelini oluşturmaktadır. Birleşmiş Milletler İş ve İnsan Hakları Rehber İlkeleri (UNGPs), şirketlerin insan haklarına saygı gösterme ve ihlal durumunda çözüm sağlama sorumluluğunu vurgulamaktadır. Ancak, şirketlerin bu taahhütleri eylem planlarına ve kapsamlı durum tespiti süreçlerine dönüştürmede tutarlılık eksikliği bulunmaktadır.  

OECD Sorumlu İş Davranışı İçin Durum Tespiti Rehberliği, şirketlerin operasyonları, tedarik zincirleri ve iş ilişkileriyle ilişkili olumsuz etkileri (işçiler, insan hakları, çevre, rüşvet, tüketiciler ve kurumsal yönetişimle ilgili) tanımlamalarına, önlemelerine veya azaltmalarına yardımcı olan pratik destek sağlamaktadır. Bu rehberlik, uluslararası standartlarla uyumu sağlamayı ve durum tespiti politikalarında tutarlılığı teşvik etmeyi amaçlamaktadır.  

Çıkarım Endüstrileri Şeffaflık Girişimi (EITI), petrol, gaz ve madencilik sektörlerinde şeffaflık ve hesap verebilirlik için küresel bir standarttır. EITI, ulusal paydaşları çıkarım sektöründeki reformları uygulamalarında desteklemekte ve çok paydaşlı gruplarda işbirliğini teşvik ederek yönetişimi güçlendirmektedir. EITI’nin şeffaflık normunu yaymada ve şeffaflık uygulamalarını kurumsallaştırmada başarılı olduğu belirtilmektedir. Ancak, EITI’nin kalkınma sonuçlarıyla bağlantısını gösteren kanıtlar konusunda hala bir boşluk bulunmaktadır.  

Paris Anlaşması, madencilik sektöründe iklim eylemi için önemli bir çerçeve sunmaktadır. Ülkeler, sera gazı emisyonlarını azaltma ve iklim değişikliğinin etkilerine uyum sağlama eylemlerini Ulusal Katkı Beyanları (NDCs) aracılığıyla iletmektedir. Şili’deki büyük bakır madenciliği şirketleri, 2050 yılına kadar karbon nötrlüğü hedeflerine ulaşmak için yenilenebilir enerji kaynaklarına geçiş yaparak GHG emisyonlarını azaltma taahhüdünde bulunmuştur.  

Kurumsal Sosyal Sorumluluk (KSS) ve Sürdürülebilir Uygulamalar

Kurumsal Sosyal Sorumluluk (KSS) uygulamaları, madencilik sektöründe zamanla gelişmiştir. 1970’lerde şirketler, sosyal ve çevresel sorunları reaktif bir şekilde, çoğunlukla hayırseverlik girişimleri aracılığıyla ele almaya başlamışlardır. Günümüzde KSS, çevresel yönetimi (emisyon kontrolü, ekosistem rehabilitasyonu, su kullanımının optimizasyonu), sosyal etkiyi (insan haklarına saygı, yerel kalkınma, topluluk katılımı) ve ekonomik boyutu (teknolojik yatırımlar, yeni pazarlara erişim, işletme maliyetlerinin azaltılması) içeren kilit boyutlara sahiptir.  

Şeffaflık ve hesap verebilirlik, KSS’nin temel unsurlarıdır. Madencilik şirketlerinin, projelerin etkilerini ve hükümetlere ödenen gelirleri şeffaf bir şekilde açıklamaları gerekmektedir. Sorumlu Madencilik Güvence Girişimi (IRMA) ve Sorumlu Mineraller Girişimi (RMI) gibi girişimler, tedarik zincirlerinde sorumlu kaynak kullanımını sağlamak için bağımsız, üçüncü taraf değerlendirmeleri ve durum tespiti araçları sunmaktadır. Bu tür girişimler, şirketlerin taahhütlerini gerçek eylemlere dönüştürmelerine yardımcı olmaktadır.  

Yerel Topluluk Katılımı ve Hakların Korunması

Etkili, adil ve anlamlı topluluk katılımı, madencilik projelerinin tüm aşamalarında, ön keşiften kapanış sonrası döneme kadar kritik öneme sahiptir. Bu katılım, topluluğa madencilik faaliyetlerinin çevresel ve sosyal etkileri hakkında doğru ve şeffaf bilgi sağlamayı içermelidir. Yerli topluluklar için Özgür, Önceden Bilgilendirilmiş ve Rızaya Dayalı Onay (FPIC) hakkına saygı gösterilmesi, hatta madencilik projelerine “hayır deme” hakları da dahil olmak üzere, temel bir ilkedir.  

Madenciliğin faydalarının yerel topluluklarla adil bir şekilde paylaşılması ve çevresel/sosyal etkiler için tazminat sağlanması da önemlidir. “Doğanın hakları” hareketi, doğanın içsel değerini tanıyarak ve sadece insan merkezli yaklaşımların ötesine geçerek, yerli dünya görüşleriyle uyumlu bir çözüm yolu sunmaktadır.  

Teknolojik İnovasyon ve Çevresel İyileştirme

Teknolojik inovasyonlar, madencilik sektöründe verimliliği artırırken çevresel etkileri azaltma potansiyeli taşımaktadır. Yapay zeka (AI) ile otomasyon ve otonom karar alma, Endüstriyel Nesnelerin İnterneti (IoT) ile artırılmış görünürlük, gerçek zamanlı iletişim için 5G ve yerel karar alma için sis bilişimi gibi teknolojiler, operasyonel verimliliği ve güvenliği artırmaktadır. Otonom kamyonlar, maliyet tasarrufu sağlamakta ve insanları tehlikeli çalışma koşullarından uzak tutmaktadır.  

Temiz teknolojilerin uygulanması, sera gazı emisyonlarını azaltmakta, atık yönetimini optimize etmekte ve su geri dönüşüm sistemleriyle su tüketimini ve kirliliği önlemektedir. Döngüsel ekonomi ilkeleri (yeniden kullanım, geri dönüşüm, yenileme), yeni kaynaklara olan talebi azaltarak madenciliğin çevresel ayak izini küçültmektedir. Maden sahası rehabilitasyon çabaları, bozulmuş alanların restorasyonunu ve biyoçeşitliliğin korunmasını amaçlamaktadır. Ancak, rehabilitasyonun maliyetli ve zaman alıcı bir süreç olduğu ve orijinal ekosistemin tam olarak restore edilemeyebileceği unutulmamalıdır.  

Hükümetlerin Rolü ve Politika Geliştirme

Hükümetler, madencilik sektöründe daha sorumlu uygulamaları teşvik etmek için kritik bir role sahiptir. İş yasalarını ve düzenlemelerini güçlendirmek, gayri resmi ve küçük ölçekli madencilik sektörünü uluslararası standartlara uygun olarak resmileştirmek ve kamu alım politikalarına sağlam durum tespiti gereklilikleri dahil etmek önemlidir.  

Doğal kaynak gelirlerinin yerel yönetimlerle adil bir şekilde paylaşılmasına yönelik mekanizmaların oluşturulması, madenciliğin faydalarının topluluklara ulaşmasını sağlayabilir. Bu mekanizmalar, doğrudan vergi tahsilatı, ulusal hükümetten transferler, gösterge tabanlı formüller veya özel anlaşmalar şeklinde olabilir. Ancak, bu gelirlerin değişkenliği ve kötü tasarlanmış gelir paylaşım rejimlerinin çatışmaları şiddetlendirme potansiyeli gibi zorluklar bulunmaktadır.  

Ulusal maden politikalarının ve master planlarının belirlenmesi, maden kaynaklarının ulusal ekonomiye yüksek düzeyde katkı sağlayacak şekilde değerlendirilmesi için zaruridir. Ayrıca, hükümetlerin sorumlu madencilik uygulamalarını benimseyen şirketlere sübvansiyonlar, uygun krediler ve vergi avantajları gibi teşvikler sunması, sektörün sürdürülebilir bir yöne evrilmesine yardımcı olabilir.  

Sonuç: Küresel Madencilik Sorunlarına Bütüncül Bir Bakış ve Gelecek Yönelimleri

Küresel madencilik sektörü, modern dünyanın vazgeçilmez bir parçası olmasına rağmen, doğurduğu sosyolojik, ekonomik ve siyasi sorunlarla derin bir karmaşıklık sergilemektedir. Bu rapor, madenciliğin küresel ekonomiye sağladığı muazzam katkının yanı sıra, yerinden edilme, sağlık riskleri, insan hakları ihlalleri, toplumsal çatışmalar, kaynak laneti, piyasa dalgalanmaları, yasadışı faaliyetler ve yönetişim zafiyetleri gibi çok boyutlu zorlukları ortaya koymuştur. Bu sorunlar birbiriyle bağlantılı olup, bir alandaki bozulma diğer alanlardaki sorunları derinleştirmektedir. Özellikle, kaynak zenginliğinin yoksulluğu azaltmak yerine artırdığı ve “yeşil enerji dönüşümü” için kritik minerallerin çıkarımının dahi mevcut çevresel ve sosyal adaletsizlikleri yeniden ürettiği gözlemlenmektedir.

Madencilikle ilgili sorunların temelinde, fayda ve maliyetlerin adaletsiz dağılımı, yerel toplulukların karar alma süreçlerinden dışlanması ve zayıf yönetişim mekanizmaları yatmaktadır. Yasadışı madencilik ve yolsuzluk, kaynak lanetini şiddetlendirmekte, kamu gelirlerini baltalamakta ve organize suçları beslemektedir. Piyasa dalgalanmaları ve tedarik zinciri kırılganlıkları ise, özellikle tek bir kaynağa bağımlı ekonomiler için ciddi riskler oluşturmaktadır.

Bu karmaşık sorun yumağının çözümü, tekil yaklaşımlardan ziyade bütüncül bir strateji gerektirmektedir. Uluslararası anlaşmalar ve düzenlemeler (İHEB, UNGPs, OECD Rehberliği, EITI, Paris Anlaşması), sorumlu madencilik için bir çerçeve sunsa da, bunların etkin bir şekilde uygulanması ve denetlenmesi esastır. Kurumsal sosyal sorumluluk ve sürdürülebilir uygulamaların (çevresel yönetim, sosyal etki, ekonomik sürdürülebilirlik) şirketler tarafından gerçek anlamda benimsenmesi ve şeffaflıkla desteklenmesi kritik öneme sahiptir.

Yerel toplulukların, özellikle yerli halkların, madencilik projelerinin tüm aşamalarına etkin, adil ve anlamlı bir şekilde katılımı, Özgür, Önceden Bilgilendirilmiş ve Rızaya Dayalı Onay (FPIC) haklarının tam olarak tanınması ve fayda paylaşım mekanizmalarının adil bir şekilde tasarlanması, toplumsal uyumu yeniden inşa etmek için vazgeçilmezdir. Teknolojik inovasyonlar, çevresel etkileri azaltma ve operasyonel verimliliği artırma potansiyeli sunsa da, bu teknolojilerin etik ve sosyal sorumluluk ilkeleriyle uyumlu bir şekilde kullanılması gerekmektedir. Son olarak, hükümetlerin güçlü yasal ve düzenleyici çerçeveler oluşturması, yolsuzlukla mücadele etmesi, yasadışı madenciliği engellemesi ve gelir paylaşım mekanizmalarını adil ve şeffaf bir şekilde yönetmesi, madenciliğin bir kalkınma aracı olarak potansiyelini gerçekleştirmesi için elzemdir.

Madenciliğin geleceği, sadece ekonomik büyümeyi değil, aynı zamanda çevresel sürdürülebilirliği ve toplumsal adaleti de gözeten bütüncül bir yaklaşıma bağlıdır. Bu, tüm paydaşların işbirliği içinde çalışmasını, şeffaflığı ve hesap verebilirliği önceliklendirmesini gerektiren uzun vadeli bir dönüşüm sürecidir.

Kaynakça

ResearchGate.

  • (https://www.researchgate.net/publication/269638600_Social_impacts_of_mining_Changes_within_the_local_social_landscape)
  • ·         B. P. A. Alcock, J. A. P. Alcock & J. P. E. A. Alcock. Situational Scarcity: Social Considerations for Mining.
  • ·         The Impacts of Mining Industry: A review of socio-economics and political impacts.  

ResearchGate.

  • (https://www.researchgate.net/publication/335014606_The_Impacts_of_Mining_Industry_A_review_of_socio-economics_and_political_impacts)
  • ·         EBSCO Research Starters. Mining Safety and Health Issues.
  • ·         EBSCO Research Starters. Mining Safety and Health Issues.
    • (https://www.ebsco.com/research-starters/consumer-health/mining-safety-and-health-issues#:~:text=Workers%20in%20quarries%20and%20limestone,another%20inhalation%20hazard%20for%20miners.)
  • ·         Meslek Hastalıkları.  

Ondokuz Mayıs Üniversitesi.

Journal of Academic Research on Engineering and Natural Sciences.

  • (https://jarengteah.org/pdf/8cc23056-a98a-4545-ab3f-e10be6b0f046/articles/jaren.2021.49389/JAREN-49389-REVIEW-KUZU.pdf)
  • ·         Çevresel Bozulma, Madencilik ve Ekososyal Çalışma.  

Dergipark.

Dergipark.

Dergipark.

ResearchGate.

University of Exeter.

Devamını Oku

Birkleyn Mağaraları

Birkleyn Mağaraları
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Dicle’nin çağlayan suları, sabahın ilk ışıklarında Lice’nin dağlarına bir türkü fısıldıyor. Birkleyn Mağaraları, Mezopotamya’nın kucağında, Bereketli Hilal’in taş yüreğinde saklı bir sır gibi duruyor. Vadiye adım attığınızda, sanki binlerce yıllık bir hikâye kitabının sayfaları açılıyor; Dicle’nin sesi, rüzgârın gurbet kokusu ve taşların asırlık yalnızlığı sizi sarıyor. Burası, suyun sabrıyla şekillenmiş bir tapınak, İskender’in ordularını sakladığı bir sığınak, zamanın ve insanın hem dost hem düşman olduğu bir arena.

Şafak, vadinin sisle örtülü yamaçlarını usulca aralıyor. Dicle Nehri, milyonlarca yılda kalkerli kayaları oyarak Birkleyn’in mağaralarını doğurmuş. Vadi tabanından 60 metre yukarda, orta katmanda bir mağara gözünüze çarpıyor; girişi geniş, içi serin, sanki Dicle’nin nefesi hâlâ içinde. Elli metre daha tırmanırsanız, dar bir ağızdan uzun bir galeri uzanıyor, karanlığın içine çekiyor sizi. Sarkıtlar ve dikitler, suyun damla damla işlediği birer heykel; bazıları dimdik, bazıları kırılmış, insan elinin hoyratlığına yenik düşmüş. Taşlar, Dicle’nin sabrını anlatırken, kırık yüzeyler başka bir hikâye fısıldıyor: kayıtsızlığın, nankörlüğün hüznünü.

Mağaraların taşlarında, Asur’un gölgesi yaşıyor. Binlerce yıl önce, krallar ve rahipler bu karanlık koridorlarda dua etmiş, kitabeler kazımış. Duvarlarda Asur yazıları, rölyefler; bir zamanlar tanrılara adanmış bu mekân, şimdi hem kutsal hem yaralı. Çizilmiş harfler, kırılmış taşlar, sanki bir halkın hafızasına kazınmış bir yara. Derler ki, geceleri Bırklin’in suları yükselir, mağaraların girişinde bir şarkı gibi çağlar; bazıları, ay ışığında Eshab-ı Kehf’in gölgelerinin dans ettiğini söyler, sanki eski Asur ruhları hâlâ nöbette. Ama gündüz gözüyle baktığınızda, çiyanların izleri ağır basıyor: bir kitabe çizilmiş, bir dikit kırılmış, derin bir çukur açılmış, bir tarih lekelenmiş. Bu mağaralar, insanlığın hem mirasını hem suçunu taşıyor. Gece hayın, pusuda…

Dicle’nin kıyısında durduğunuzda, suyun gücü kalbinize işliyor. Nehir, Toroslar’dan inip Mezopotamya’ya hayat taşırken, mağaralar onun sabrının sessiz tanıkları. Çukurova’nın toprağı gibi, burada Dicle’nin suları bir destan. Ama bu destan, yalnızlığın ve gurbetin gölgesinde. Mağaraların taşlarında bir yorgunluk var; sanki asırlık yolcular, burada dinlenip gurbetlerini kazımış. Suyun çağlayışı, bazen bir umut, bazen bir vicdan azabı gibi çarpıyor yüreğinize; bu mağaralar, ruhunuzu sıkıştırıyor, yalnızlığınızı fısıldıyor.

Gün öğleye dönerken, vadi sıcağın kollarında ısınıyor. Mağaraların serinliği, dışarıdaki kavurucu güneşle tezat. Sanki bu mağaralar, hiç durmayan bir nehrin efsanelerini saklıyor. Belki bir Asur kralının ruhu, gece karanlığında hâlâ bu taşlara dokunuyor; belki bir çoban, yüzyıllar önce burada bir türkü söylemiş. Kıtmir hala dolaşıyor. Ama sonra gözünüz, kırılmış bir dikite takılıyor; modern bir çizik, bir ad, bir tarih. Burada da doğa ve insan arasında bir mücadele var. Mağaralar, Dicle’nin sabrına karşı insanın aceleciliğini anlatıyor; bir yanda binlerce yıllık birikim, diğer yanda bir anlık kayıtsızlık.

Akşamüstü, vadiye gölgeler düşerken, mağaraların girişinde duruyorsunuz. Dibni çayı, altınızda bir destan gibi akıyor; nehir de kahramanların sınavlarına sahne. Ama bu sınav, sadece taş ve suyun değil, insanın da sınavı. Birkleyn, bir ayna gibi; doğanın gücünü, tarihin ağırlığını ve insanlığın hem yaratıcılığını hem yıkıcılığını yansıtıyor. Taşlara dokunduğunuzda, sanki bir Asur rahibinin duası, bir çobanın türküsü, bir hayının çiziği elinize değiyor. Gurbet, burada bir rüzgâr; hüzün, burada bir taş; umut, Dicle’nin bu başlangıç kaynaklarının çağlayışında.


Lice’ye yolunuz düşerse, sabah erken gelin, Birkleyn’nin serin sularına dokunun. Vadiye inen patikada dikkatli olun, taşlar kaygan. Mağaraların serinliğinde bir an durun, Asur kitabelerine bakarken nazik olun; onlar, binlerce yılın sessiz tanıkları. Lice’ye uğrayın, fırından yağlı sıcak bir ekmek alın, bir çay ocağında kayışları sökük bir kürsüde, Dicle’nin sesine karışan bir bardak çay için; belki yanık bir dengbej ezgisi sizi başka diyarlara götürür. Ama en çok, bu mağaraların hikâyesini dinleyin: suyun sabrını, tarihin yükünü, insanın hem mirasını hem suçunu.

Yazının Kaynağı:Birkleyn Mağaraları – geo-map-story

Devamını Oku