Çöldeki raylar… Bir zamanlar umut, inanç ve dayanışmanın sembolü olan Hicaz Demiryolu, bugün sessizce tarih sayfalarında yankılanıyor. Osmanlı İmparatorluğu’nun son nefeslerinde, Şam’dan kutsal topraklara, Mekke’ye uzanması hayaliyle inşa edilen bu demiryolu, yalnızca bir ulaşım hattı değildi. Bu, bir medeniyetin modernleşme çırpınışlarının, İslam dünyasının birleşme arzusunun ve II. Abdülhamit’in vizyonunun destansı bir öyküsüydü. Ancak, bu rüya, savaşların, çöl fırtınalarının ve zamanın acımasız pençelerinde yarım kaldı. Medine’ye kadar uzanabilen raylar, Mekke’ye ulaşamadan sustu. Peki, bu demiryolu neden bu kadar önemliydi? Neden hâlâ kalplerde bir sızı, tarih kitaplarında bir efsane?
Düşünün: Aylarca süren, tehlikelerle dolu kervan yolculukları. Göçebe kabilelerin gölgesinde, çöldeki susuzluk ve yorgunlukla mücadele eden hacılar. Hicaz Demiryolu, bu zorlu yolculuğu bir mucizeye dönüştürdü. Şam’dan Medine’ye birkaç günde ulaşmak, hacıların güvenliğini sağlamak ve kutsal topraklara olan manevi yolculuğu kolaylaştırmak… Bu demiryolu, sadece raylar ve trenler değil, bir umut zinciriydi. Müslümanlar, çöldeki bu çelik yol sayesinde kutsal görevlerini daha güvenli ve hızlı bir şekilde yerine getirebiliyordu. Ancak bu raylar, sadece dini bir anlam taşımıyordu; aynı zamanda bir imparatorluğun gücünü ve birliğini simgeliyordu.
Hicaz Demiryolu, Osmanlı’nın Hicaz bölgesindeki otoritesini perçinleyen bir kalkan gibiydi. İsyanların ve dış güçlerin tehdidi altındaki bu kutsal topraklarda, demiryolu sayesinde askerler ve malzemeler hızla bölgeye ulaşabiliyordu. İngilizlerin Arabistan Yarımadası’ndaki sömürgeci emellerine karşı bir direnç noktasıydı bu hat. Osmanlı, çöldeki bu demiryoluyla sadece lojistik bir zafer kazanmadı; aynı zamanda bir medeniyetin gücünü ve kararlılığını tüm dünyaya gösterdi.
Hicaz Demiryolu, ekonomik bir can simidiydi. Çevre iller arasındaki ticaret canlandı, uzun ve pahalı kervan yolculuklarının yerini hızlı ve ekonomik bir ulaşım aldı. Ama bu demiryolunun öyküsü sadece ekonomiyle sınırlı değildi. Osmanlı’nın modernleşme çabalarının bir sembolüydü. Zorlu çöl şartlarında, kısıtlı kaynaklarla ve dünya Müslümanlarının bağışlarıyla inşa edilen bu hat, teknik bir başyapıttı. Daha da önemlisi, bu demiryolu İslam dünyasının dayanışmasının bir kanıtıydı. Dünyanın dört bir yanındaki Müslümanlar, bu projeye destek vererek bir birlik ruhu oluşturdu. Hicaz Demiryolu, sadece bir demiryolu değil, bir inancın ve ortak bir hayalin eseriydi.
Ne yazık ki, bu muhteşem rüya zamanla soldu. Bugün Hicaz Demiryolu’nun büyük bölümü, çöldeki rayların üzerinde sessizce yatıyor. Savaşlar, tahribat ve zaman, bu büyük eseri gölgede bıraktı. Türkiye’de Haydarpaşa ve Ulukışla gibi istasyonlar hâlâ ayakta, bazıları müze olarak ziyaretçilerini ağırlıyor. Ürdün’de, Amman’daki istasyon nostaljik tren gezileriyle geçmişi yâd ediyor. Suudi Arabistan’da ise rayların çoğu sökülmüş, eski istasyon binaları yalnız birer tarihi eser olarak kalmış. Suriye’de iç savaş, demiryolunun izlerini neredeyse tamamen sildi. Yine de, bu raylar hâlâ bir umudu temsil ediyor. Ürdün, Suudi Arabistan ve Türkiye arasında, bu hattı turistik ve tarihi bir miras olarak canlandırma hayalleri konuşuluyor. Ancak çöl, bu hayalleri şimdilik sessizce bekliyor.
Hicaz Demiryolu, sadece bir demiryolu değildi. Bu, bir imparatorluğun son büyük çırpınışı, İslam dünyasının birleşme hayali ve modernleşme tutkusunun bir yansımasıydı. II. Abdülhamit’in albümlerindeki soluk fotoğraflar, bu rayların bir zamanlar nasıl bir umut taşıdığını fısıldıyor. Bugün, bu raylar belki de sadece tarih kitaplarında ve birkaç turistik gezide yaşıyor. Ama Hicaz Demiryolu’nun öyküsü, bir zamanlar çöldeki raylarda yankılanan umutların, inancın ve dayanışmanın hikâyesidir. Bu demiryolu, sadece bir miras değil, aynı zamanda insan ruhunun ne kadar büyük hayaller kurabileceğinin bir kanıtıdır.
Yazının Kaynağı: Hicaz Demiryolu: Bir Osmanlı Rüyasının Dramatik Hikayesi – geo-map-story