Last Updated on Ağustos 31, 2025 by EDİTÖR
Genç yaşında uluslararası sahnelerde dikkat çeken bir orkestra şefi Öykü Yanık. Sahnedeki zarafetiyle disiplini, müzikle hikâye anlatıcılığını buluşturan Yanık, şeflik yolculuğunu, kadın müzisyen olmanın dinamiklerini ve hayatın ritmini anlatıyor.
Klasik müzik dinlemeye henüz dünyaya gelmeden başladım. Ailemde müzisyen yok ama annem ve babam klasik müziği hep çok sevdiler. Küçük yaşta bale yapmaya başladım ama gerçek aşkımın müzik olduğunu 6-7 yaşlarında keman çalmaya başladığımda anladım. Uzun süre konservatuvar okumadım, anadolu lisesi mezunuyum ve konservatuvara ilk kez 18 yaşında girdim. Bu süreçte etrafımda beni çok da fazla motive edecek bir şey yoktu aslında, müziğin varlığı beni motive etti.
Konservatuvara keman bölümü okumak üzere girdim, yolda giderken hep daha fazlasını istediğimi fark ettim ve orkestra şefliği okumaya karar verdim. O sırada okulumuzun güzide öğretmenlerinden Turgay Erdener’den armoni dersleri de alıyordum. Önce Turgay hocam, sonra şeflik hocam Serdar Yalçın ile kariyerimin ilk adımlarını atmış olduk. Türkiye’deyken çok çalıştım, dans geçmişim şeflik kariyerime çok yardımcı oldu.
Bedenimizle maksimum ilişkiyi kurabilmek, her noktasını tanımak ve müziği bedenimizle şekillendirmek inanılmaz bir deneyim. Bunu nasıl anlatabilirim bilmiyorum. Hala çok çalışıyorum, en son ne zaman arkama yaslanıp “Evet… bugün rahatlayacağım…” dediğimi hatırlamıyorum. Beni bu motive ediyor, sürekli bir şeyler okuyorum. Bir partisyonla bağ kurmak kadar tatmin olduğum neredeyse hiçbir şey yok.
İlk ilham veren eser Kuğu Gölü balesi ve Tchaikovsky diyebilirim. Küçüklüğümde çok fazla Johann Strauss ve Viyana Valslerini dinlediğimi hatırlıyorum. Yakın zamanda Bursa’da yönettiğim Beethoven Keman Konçertosu’nu da çok sık dinlerdim.
Heyecan ve sorumluluk hissini prova yaparken daha çok hissediyorum, daha “tetikte” olmanız gereken bir zaman çünkü prova, daha çok dinlediğiniz, aslında daha çok olabilecek hataları, eksiklikleri dinlediğiniz bir zaman ve bu büyük bir sorumluluk. Konser anlarına varana kadar büyük eşikler aşıldığından bu paha biçilemez anlarda daha yontulmuş bir sorumluluk hissiyle hareket ediyorum. Sahnedeki onlarca harika müzisyen ve dinleyicilerimizle beraber yarattığımız güzel dünyanın tadını çıkarıyoruz.
Şu an bir müzisyen olarak inanılmaz derecede beslendiğim ve çiçek açtığım bir ortamdayım. Bu açıdan çok şanslıyım. Bu bariyerlerin zamanla çok hafiflediği kanısındayım. Elbette nadiren de olsa, erkek egemen sektörlerde çalışan her kadının başına gelebileceği türden olaylarla karşılaşıyorum. Bu olaylarda ses çıkarmak ve sorun çıkaran kişilerin kim olduğunu bazen parmakla göstermek bariyerleri kaldırmak açısından çok önemli.
Okulumuz Conservatorio di Milano 200 yılı aşan tarihinde dünyanın en iyi besteci, piyanist ve orkestra şeflerinin evi oldu. Claudio Abbado’dan Maurizio Pollini’ye, bizzat Giacomo Puccini’nin kendisine kadar müthiş isimlerin geleneklerini sürdürme sorumluluğunu taşımaktan gurur duyuyorum. Ben sanatsal açıdan çok daha geleneksel bir insanım. Geleneklerin doğru bir şekilde ve doğru kaynaklardan aktarılması benim için çok önemli. Bulunduğum ortamda bunu yapabilme imkanımın olması beni çok mutlu ediyor. Her açıdan destekleniyor, büyük konser olanaklarıyla sık sık ödüllendiriliyorum.
Öncelikle buradan yurt içinde ve yurt dışında müzik kariyerini sürdüren bütün müzisyenleri selamlıyorum. Klasik müzik ve genel olarak sanat alanının yeterli destek (özellikle maddi olarak) görmediği bir ülkede bu kariyeri sürdürmek inanılmaz yoğunluktaki seyircisine rağmen gerçekten çok zor. Klasik müzik çok pahalı bir iş, önce bunda anlaşmak gerekiyor. Dünyanın neredeyse hiçbir yerinde, belki çok büyük festivaller ve asırlık opera evleri haricinde genellikle kâr getirmiyor ve her şey sponsorlarla, bu müzikten keyif alan insanların yüce gönüllü destekleriyle yönetiliyor.
İyi bir klasik müzik eğitimi altyapısı oluşturmak için önce çok iyi yönetilen orkestralarınız ve operalarınız olması gerekir. Bu sayede yeni jenerasyon yönlendirilir. Özellikle orkestra ve operalarımızın bünyelerinde eğitim akademilerinin olmayışı, asistanlık pozisyonlarının olmaması ve orkestraların yeteri kadar sirküle edilmemesi yeni jenerasyona ve yapılan müziğin kalitesine büyük darbe vuruyor.
Okulların da genel olarak orkestra eğitimine daha fazla önem vermesi gerektiğini düşünüyorum ama bunların hepsi bütçeyle ilgili. Devamlılığı ve zorunluluğu olan, öğrencilerin “gerçek hayatta” nelerle karşılaşacağını uygulamalı olarak gösteren çalışmalar yok. Birebir öğretmenle çalışılan eğitim en fazla bir yere kadar gidebilir. Özellikle mezun öğrencilerin büyük bir paydasının orkestra müzisyeni olma hedefleri göz önünde bulundurulursa kişisel çabalar harici eğitim kurumları maalesef öğrencileri buna hazırlamıyor.
Son olarak, öğrenci kimliğiyle okula giden birey de bir sanatçı adayıdır ve kişisel yorum tercihleri, koyduğu hedefler göz önünde bulundurulmalıdır. Öğrenciye kontrollü olarak özgürlük sağlanmadığı sürece yeni sanatçılar yetiştirmekten çok bir öğretmenin (yanlış ya da doğru bildikleriyle) kendi kopyalarını yaratması durumunu yaşıyoruz. Öğretmenler, profesyoneller de hata yapabilir, bu çok normal hatta güzel bir şeydir. Biz öznesi insan olan, sevmek olan bir hayat tarzını icra ediyoruz. Keşke herkes işini ve birbirini daha çok sevse.
Korkutucu bir disiplin ve tempo gerektiriyor. Üzerine bir de ben her detayı çok kafasına takan biri olduğum için dağdan yuvarlanan kartopu gibi bir süreç olmaya başladı. Bundan kesinlikle memnunum tabii. Bir partisyonu gerçekten “öğrenmek” gibi bir şey olduğunu (artık) düşünmüyorum. Eser ne olursa olsun zaman geçtikçe her şeyden yeni detaylar çıkarmak mümkün. Zaman geçtikçe ve tecrübe arttıkça bunun asla bitmeyeceğini görmek hem korkutucu hem de çok büyüleyici. Dünyada daha güzel bir meslek olduğunu düşünmüyorum.
Metronom en iyi arkadaşım, her an olmasa da çoğu zaman birlikteyiz. Sabahları tren yolculuğu yapmam gerektiğinden 1 saat trende partisyon okurum, dönüşte de bir saat. Akşamları mutlaka birkaç saat daha. Sürekli bir şeyler okur, her yerde bir nota bulundururum. Hayatımın tamamına entegre olmuş şekilde bir iş. Eve gelince artık çalışmıyorum gibi bir durum yok. Ya da okumalarım bittikten sonra düşünmeyi bırakmıyorum. Günde 24 saat çalışıyorum.
Bruckner senfonilerinin kaydını yapmayı çok isterim.
Bana yürümek iyi gelir. Neresi olursa olsun haftada birkaç kez mutlaka uzun süreler yürürüm ve düşünürüm.
Bir şeyi gerçekten çok isterseniz bunun olmaması için hiçbir sebep yok. Kendi yolculuğunu inşa etmek çok güzel bir tabir. Hepimiz kendi yolculuğumuzu farklı araç ve hızlarla tamamlasak da şoförün siz olduğunuzu ve aracınızı istediğiniz yere sürebilecek gücünüzün içinizde olduğunu unutmayın. Dil öğrenin, birkaç dili iyi konuşmak bir sanatçı için çok önemli. Yoğun çalışın, boş çalışmayın, çalıştığınız eserlerin derinliğini gerçekten kavramaya çalışın, her zaman daha fazlası var. Müziğin tarihçesi ve felsefesini bilmek icrada büyük önem taşır. Bunları eksik etmeyin.
En sevdiğiniz operalar?
Tristan und Isolde ve Turandot
En sevdiğiniz enstrüman?
Çello
Yönetmekten asla sıkılmayacağınız eser?
Bruckner 4 ve 7. Senfoniler
Sahne öncesi uğurunuz veya ritüeliniz?
Müziği iyi bildiğimi bilmek yeterli, bir uğurum yok.
En sevdiğiniz şehir?
Milano ve Prag her gün birincilik için yarışıyor.
En sevdiğiniz yemek?
İyi yapılmış bir börek veya pirinç içeren aşağı yukarı her şey.
Sizi en çok etkileyen bir film ya da kitap?
Also Sprach Zarathustra
Sahne dışında sizi en çok mutlu eden şey?
Yemek yemek! Her orkestra şefinin tutkusudur…
Müzik dışında tutkunu olduğunuz bir alan?
Genel olarak sosyal bilimler ve dilbilimle ilgileniyorum.
Hayalini kurduğunuz bir sahne veya konser mekanı?
Bayreuth