DOLAR 41,7418 0,25%
EURO 48,5540 0,46%
ALTIN 5.420,070,07
BITCOIN 51466241.1292500000000001%
İstanbul
14°

HAFİF YAĞMUR

SABAHA KALAN SÜRE

Hasan Telli

Hasan Telli

13 Eylül 2025 Cumartesi

konuş isa konuş

konuş isa konuş
0

BEĞENDİM

ABONE OL

kısa öykü

Press enter or click to view image in full size

İSA KONUŞTU / kısa öykü

Bunu yalnızca ben biliyorum. Önce kardeşime söylemek istemiştim ama onun herkese her şeyi anlatan yaramaz bir çocuk olduğunu hatırlayıp vazgeçtim. Ah hayat! En büyük sırlarımızı bile öz be öz kardeşime söyleyemeyeceksem ne anlamı var insanlara yaklaşıp güvenmenin?

Bundan neredeyse kırk gece önceydi. Rüyamda İsa’yı gördüm. Benim gibi bir çocuk için İsa’yı görmek önemli sayılmalı mı bilmiyorum. Çünkü büyüklerin söylediklerine göre çocukların hayalleri büyüklerin hayallerine göre daha çeşitli ve gerçekdışı olabilirmiş. Ama İsa’yı görmek neden gerçekdışı olsun ki! Okuduğum uyduruk öykülerdeki gibi uzun mu uzun çayırların ortasında yürümüyordum. Yakınlarımda görünür bir dağ da yoktu. Her şey olması gerektiği gibi sadece sıradandı. Küf kokusu aldığımı hissettiğim bir anda başladı rüyam. Eski bir evin içindeydim. Duvarlarının boyası soyulmuş bir koridorda yürüyordum. Yürümeye daha önce mi başlamıştım, yoksa rüyaya dâhil olarak mı bu eyleme katılmıştım bilmiyorum. Yürüdükçe aynı odalara döndüğümü hissediyordum ama bir diğer odaya geçtikçe bir önceki oda ardımda kayboluyordu.

Sonra onu gördüm. Bir mum yanıyordu odanın köşesinde. O önce ayaktaydı. Ben odaya girince yüzünü bana çevirmeden muma yakın bir noktaya oturdu. Sen kimsin? El parmaklarına kadar uzanan uzun bir kazak vardı üzerinde. Saçları anlatıldığı gibi uzun değildi. Kısacık kesilmişti. Yüzü tıraşlıydı. Onu ilk defa gördüğüm için hem korkuyor hem de onu tanımak istiyordum. Ona kim olduğunu soruyor ve kim olduğunu biliyordum. Önce bunun çok ayıp olduğunu düşünsem de gözlerimin içine baktığı an tüm insani duygularım yok oluverdi. Ne büyüktü gözleri. Ne çok söz vardı gözlerinde. Birkaç saniyelik bakışıyla bana hiç ayak basmadığım dünyalardan söz etti. Bana uçsuz bucaksız denizlerden konuştu, ırmakları övdü, yaban kedilerini andı. Tilkilerden korkmamam gerektiğini öğütledi. Hayatım boyunca hiç tilki görecek miydim acaba? Ya da onlardan korkmalı mıydım, bunu bilmiyordum. Sen kimsin? Karşısına geçtim ve yavaşça dizlerim üzerine düştüm. Aramızda birkaç karış mesafe vardı. Sen kimsin? Ellerini birleştirdi. Sen kimsin? Gülümsedi. “Benim kim olduğumu bilmek
seni mutlu edecek mi?”
Etmeyecek. “Öyleyse ben senin asla tanıyamayacağın o kişiyim.” Sen İsa’sın! Ona bilmediği bir şeyden bahsetmediğimi belli edercesine baktı gözlerime. “Beni sen çağırdın ve işte buradayım. Sorduğun sorulara cevap vermeye gelmedim, sırf sen yeni sorulara kavuş diye buradayım.” Hayatım boyunca onlarca kez ne yapacağımı bilmediğim anlardan geçtim ama bu farklıydı. İsa! Ben bir şey arıyorum. Ancak ne aradığımı bilmiyorum. Annem söylemişti, kendinde kaybettiğin şeylerin yerini içindeki İsa’ya sor, demişti. Sana bunu soruyorum, benim kaybettiğim şey nedir?

“Kim olduğumu biliyordun ama yine de bana sen kimsin, diye defalarca sordun. Dudakların belki birkaç kez hareketlendi ama yüreğin hiç susmadı, ben yüreğini dinliyordum. Yüreğin konuşmaktan bunca yorulmuşken seni onu duymaktan alıkoyan nedir? Kendi içinde süregelen dili anlayamıyor musun? Bir yabancı mı var göğüs kafesinin altında, ondan hem utanıyor hem de korkuyor musun, söyle bu böyle mi?” İsa sustu. Bana söylediği gibi onun da yüreğinden sesler duyulabilir miydi? Öyleyse ben neden duymuyordum, odada ikimizden başkası yoktu. İki insan karşı karşıya dururken içlerinden sadece birinin diğerinin içinden geçenleri okuyabilmesi doğru muydu? Hayır! Bu adaletsizdi! Ben seni duyamıyorum. Senin yüreğine yetişemiyor kulaklarım. Belki de yüreğin konuşmuyordur, İsa. Hata bende değildir. Bu bir hata değildir. Sen kendi yüreğini duyabiliyor musun? Belki de asıl gerçek olan yüreğin sesini duyurabilmektir. İsa sen yüreğinin konuştuğunu biliyor musun? Ben kendi yüreğimin konuşmalarını duyabiliyorum. Bu kimi zaman bana çok ağır gelse de içimdeki onlarca boş odanın birinde yağmurun dinmesini bekler gibi beklemeyi öğrendim. Aradığım şey iç sesim değil, ben bir şey kaybettim. Hem de çok korkunç bir şey. Gözlerimi kapatmak istiyordum ama bunu yapamıyordum! Belki uykumun içinde tekrar uyur ve başka bir rüyaya geçebilirdim. “Kaybını bunca korkunç yapan nedir,” diye sordu İsa. Gülümsüyor muydu yoksa ağlıyor muydu anımsayamıyorum. Sadece tuhaftı diyebilmek mümkün. Korkunç, evet, çünkü kaybettiğim şeye daha önce hiç dokunmadım. Onunla vakit geçirmedim. Belki de bir insandır bu kayıp; hangi baharatları sevdiğini bilmiyorum, balkonunda ne tür çiçekler büyütmüştü kim bilir, ben bilmiyorum. Belki de bir balkonu yoktur. Küçük bir kulübede yaşıyor olabilir. İsa kararmaya başladı. Odada yer kaplayan bir gölge oluyordu. Ona yaklaşıp dokunabilirdim ama ya o da bana dokunsaydı? Bir gölgenin tenime dokunmasına nasıl tepki verebilirim bilmiyordum. Bilmiyordum. Tıpkı kaybettiğim şey gibi, ama belki de İsa’nın bu dönüşümü bana kapı aralıyor ve sorularımı cevaplıyordu. Kaybettiğim şey bir insan değildi! Evet. Kazandığım bir şey de değildi. Bir his. Yarın gibi.

Sonra uyandım. Ve şimdi bunları yazıyorum. Belki İsa da yazmıştır.

Hasan Telli / 23.08.2025

konuş isa konuş

0

BEĞENDİM

ABONE OL

Hasan Telli