26 Eylül 2025 Cuma
Şehirleşme Süreçleri ve Çevresel Etkileri
Pankreas Kanserinde Erken Teşhis: Fekal Mikrobiyal Analizin Geleceği
Son Dakika: Küresel Piyasalar Sarsılıyor
İsrail ordusu, yardım kuyruğundaki Filistinlilerin öldürülmesiyle ilgili soruşturma başlattı
Ortadoğu'da Barış Umutları
Meclis’te kabul edilen ve kamuoyunda “Maden Yasası”, “İşgal Yasası” olarak da anılan torba yasaya tepki göstermek amacıyla 14 Eylül Pazar günü, saat 16.00’da Muğla, Menteşe’de “Toprağımızı Vermiyoruz-Muğla Mitingi” düzenlenecek.
Aralarında meslek odaları, sendikalar, ekoloji örgütlerinin de olduğu Toprağımızı Vermiyoruz Çalışma Grubu’nun çağrısıyla yapılacak mitinge yönelik çalışmalar devam ediyor. Muğla’nın köy ve mahallelerinde alan çalışmasıyla başlayan hazırlıklar meslek odaları, baro ve muhalif siyasi partilerin ziyaret edilmesiyle devam ediyor.
Muğla Mitingi kapsamında bir de çağrı metni imzaya açıldı. Çağrı metninde, “7554 sayılı torba yasa; halkın mülkiyet, adalet ve onurlu yaşam haklarını hedef alan bir hak gaspı rejimidir. Acele ve üstün kamu yararı adı altında şirketlere yetki devredilmekte, idarenin kararları baypas edilmekte, mülkiyet hakkı fiilen yok sayılmaktadır” denildi.
Çağrıda, 7554 sayılı Yasa’nın ÇED, imar, orman, mera gibi denetim mekanizmalarını etkisizleştiren bir “süper izin” rejimi kurarak devlet gücünü şirket menfaatine tahsis ettiği eleştirisi getirildi.
Mülkiyet hakkını hiçe saydığı ifade edilen yasa ile ilgili şu görüşler aktarıldı: “Bu yasa, mülkiyet hakkını hiçe sayarak acele kamulaştırma kararlarıyla köylülerin topraklarına el konulmasına olanak tanımaktadır. Anayasaya aykırı bu düzenleme, doğal varlıklarımıza ve küçük üreticilerin bağımsızlığına karşı açık bir toprak gaspıdır. Zeytinliklerin korunmasını kağıt üzerinde bırakıp şirketlere teslim eden, meraları halkın ortak yararından koparan bu yasa; yaşam hakkımızı, hukuki güvencelerimizi ve ortak değerlerimizi hiçe saymaktadır.”
Yasanın iptali ve uygulanmaması için mücadelenin süreceğinin aktarıldığı çağrı metninde, “14 Eylül 2025 Pazar, saat 16.00’da Muğla Menteşe’de yapılacak ‘Haklarımızdan Vazgeçmiyoruz, Toprağımızı Vermiyoruz” mitinginde buluşuyoruz” denildi.
Yeni bir araştırmaya göre, tropikal bölgelerdeki ormansızlaşma, son 20 yılda sıcaklığa bağlı hastalıklar nedeniyle yarım milyondan fazla insanın ölümüne neden oldu. Araştırmanın yazarları, Amazon, Kongo ve Güneydoğu Asya’daki yağmur ormanlarında yapılan arazi temizliğinin sıcaklığı artırdığını çünkü bu temizliğin gölgelenmeyi azalttığını, yağış miktarını düşürdüğünü ve yangın riskini artırdığını belirtiyor.
Küresel ilkimdeki bozulmaya ek olarak ormansızlaşma, etkilenen bölgelerde yaşayan insanların maruz kaldığı ısınmanın üçte birinden fazlasından sorumlu durumda. 2001 ile 2020 yılları arasında tropikal bölgelerde yaklaşık 345 milyon insan bu ormansızlaşma kaynaklı yerel ısınmadan etkilenirken, bu insanların 2,6 milyonu için bu durum, maruz kaldıkları sıcaklığa 3°C daha eklenmesi anlamına da geldi.
Söz konusu ısınma pek çok durumda ölümcül oldu. Araştırmacılar, ormansızlaşmaya bağlı ısınmanın 20 yıllık dönemde yılda ortalama 28 bin 330 ölüme neden olduğunu tahmin etti. Bu ölümlerin yarısından fazlası, ısıya karşı savunmasız bölgelerdeki büyük nüfus nedeniyle Güneydoğu Asya’da gerçekleşti. Yaklaşık üçte biri tropikal Afrika’da, geri kalanı ise Orta ve Güney Amerika’da meydana geldi.
Yeni çalışma, Çarşamba günü Nature Climate Change dergisinde yayımlandı. Brezilya, Gana ve Birleşik Krallık’tan araştırmacılar, çalışma kapsamında tropikal bölgelerdeki arazi temizliğinden etkilenen alanlarda kazaya bağlı olmayan ölüm oranları ile sıcaklıkları karşılaştırdı.
Daha önce yapılan çalışmalar, ağaç kesimi ve ağaç yakmanın uzun vadeli yerel ısınmalara yol açtığını göstermişti. Ancak bu yeni makale, bunun sonucunda ortaya çıkan ölümleri hesaplayan ilk çalışma oldu. Leeds Üniversitesi’nden Prof. Dominick Spracklen, verilen mesajın “ormansızlaşma öldürür” olduğunu söyledi. Birçok insanın bu bulgulardan şok olacağını düşündüğünü belirten Spracklen, ormansızlaşmanın yerel tehlikelerinin, genellikle küresel iklim tartışmaları ve tarımsal sınırların piyasa odaklı genişlemesi içinde kaybolduğuna da dikkat çekti.
Spracklen örnek olarak, devasa soya fasulyesi tarlaları için büyük oranda ormansızlaştırılmış olan Brezilya’daki Mato Grosso bölgesine işaret etti. Bu bölgedeki çiftçiler şu anda daha fazla araziyi temizleyip tarıma açabilmek için Amazon’daki soya moratoryumunun sona erdirilmesi için baskı yapıyorlar.
Spracklen, orman örtüsünü korumanın hayat kurtaracağını ve tarımsal üretimi artıracağını belirterek ekledi:
“Eğer Mato Grosso ormanlarını ayakta tutabilirse, oradaki insanlar daha az sıcaklık stresi yaşayacak. Bu sadece Batı dünyasının, küresel iklim adına ormanları koruma çağrısı değil. Ormanlar yerel topluluklara doğrudan fayda sağlıyor. Bir yandan sıcaklığı düzenliyor, yağmur getiriyor ve bir yandan da insanların geçimini sağladığı tarımı destekliyor. Bu ormanlar boş boş durmuyor. Gerçekten çok çalışıyorlar ve bizim için son derece önemli bir görev üstleniyorlar.”
İstanbul Politikalar Merkezi (İPM), Türkiye Çelik Sektörünün Karbonsuzlaşması projesi kapsamında Politika ve Aktör Analizi raporunu yayımladı. Çelik üreticileri, kamu kurumları ve üretim zincirinde yer alan diğer aktörlerle yapılan görüşmelere dayanan rapor; katma değeri yüksek, düşük karbonlu, çevresel ve toplumsal etkileri gözeten bir üretim modeline geçişte sektörün temel sorunlarını irdelerken somut çözüm önerileri sunuyor. Rapora göre, dönüşüm sürecini hızlandıracak üç temel unsur: i) sektörel yeniden yapılanma ve modernizasyon planı, ii) bağlayıcı azaltım hedefleri ve çok aktörlü bir sorumluluk çerçevesi, iii) kamu desteklerinin sera gazı azaltım hedefleriyle ilişkilendirilmesi.
Türkiye’nin sera gazı emisyonlarının yaklaşık %10’undan sorumlu olan çelik sektörünün dönüşümü, 2053 yılı net sıfır hedefine erişimde kritik öneme sahip. 2022’den bu yana Türkiye’de çelik sektörünün dönüşümünü destekleyen çalışmalar yürüten İPM, son raporu Türkiye Çelik Sektörünün Karbonsuzlaşması: Politika ve Aktör Analizi ile dönüşüm sürecini hızlandıracak politika ve kurumsal müdahale önerilerini tartışmaya açıyor. Çalışma, seçilmiş alanlarda ham çelik üreticileri ve kamu idaresinin ilerleme performansına dair bir değerlendirme de içeriyor.
Çalışmaya göre, Türkiye’de sanayinin karbonsuzlaşma süreci kurumsallaşma aşamasında. Bu süreci belirleyen gelişmeler ise ulusal bir iklim ve sanayi politikasından ziyade, Avrupa Birliği düzenlemeleri ve dış ticarette rekabetçiliği koruma gibi dışsal faktörler. Buna rağmen sektörde çalışanlar ve temsilciler ile yapılan görüşmeler kabronsuzlaşmanın, uyum zorunluluğunun ötesinde, çevresel ve teknolojik gelişim fırsatı olabileceği şeklinde değerlendiriliyor. Bu potansiyelin göz ardı edilmemesi gerektiğini belirten Proje Koordinatörü Dursun Baş, “Çelik sektöründe karbonsuzlaşma yönünde güçlü bir motivasyon var. Ancak, bugün en basit çevresel yatırımlardan dahi kaçınıldığını görüyoruz. Bu durum, denetim ve düzenleme eksiklikleriyle birleşince, sektörün ‘yeşil çelik’ ya da ‘net sıfır’ hedeflerinin söylemde kalma riskini artırıyor. Gerçek bir dönüşüm için bağlayıcı düzenleyici çerçeveler, etkin denetim mekanizmaları ve güçlü bir kamusal irade şart. Türkiye’nin 40’tan fazla ham çelik tesisini kapsayan ulusal bir yeniden yapılandırma ve modernizasyon planını hayata geçirmesi daha fazla ertelenmemeli” dedi.
Dönüşümün sadece üreticilerin sorumluluğunda olamayacağını belirten Baş, yapısal sorunlara yönelik kapsayıcı ve tutarlı bir yol haritasına ihtiyacı vurguluyor. Baş; sektöre yönelik çerçeve iklim politikası ve azaltım hedefinin eksikliği, entegre çevre izin ve bilgi sisteminin yokluğu, kamu-özel sektör işbirliği mekanizmaları ve finansman araçlarının yetersizliği, fosil yakıt bağımlılığı, düşük karbonlu çelik tanımının olmaması, çevre yatırımlarının yetersizliği ve toplumsal ilişkilerin zayıflığı öncelikli ele alınması gereken konular olduğunu belirtiyor.
Türkiye Çelik Sektörünün Karbonsuzlaşması: Politika ve Aktör Analizi’ne göre çelik sektöründeki dönüşümü hızlandıracak 10 politika önerisi şöyle:
Pakistan’da 26 Haziran’dan bu yana devam eden muson yağışları nedeniyle bilanço ağırlaşıyor.Şiddetli yağışlar ve selden en fazla etkilenen Pencap eyaletinde 1 milyondan fazla insan tahliye edildi. Eyalette son 40 yılın en kötü sel felaketinin yüzlerce köyde hasara yol açtığı ve hayati önem taşıyan tahıl mahsullerinin sular altında kaldığı açıklandı.
Pakistan Ulusal Afet Yönetimi Ajansı’ndan (NDMA) yapılan açıklamaya göre, ülke genelinde hayatını kaybedenlerin sayısı 823’e yükseldi. 240 milyonluk nüfusu ile Pakistan’ın en kalabalık eyaleti olan Pencap’ta da sel sularının eyaletin yarısını etkilemesi ve Çenap Nehri’nin Trimmu Barajı’nda tehlikeli seviyelere ulaşmasının beklenmesi üzerine son yıllardaki en büyük tahliye operasyonlarından biri başlatıldı.
Yetkililer halka önümüzdeki günlerde yağışın etkisini artıracağı uyarısında bulundu. Yağışların 10 Eylül’e kadar devam etmesi bekleniyor.
Yanı sıra barajları dolduğunda suyu serbest bırakan Hindistan, bu hafta Pakistan’a üç sel uyarısı göndererek bunları “insani bir önlem” olarak nitelendirdi.
Her iki ülke de ani sellere yol açan yoğun muson mevsimiyle mücadele ediyor.Hindistan’ın güçlü yağışlardan etkilenen kenti Keşmir’de bu ay en az 60 kişi hayatını kaybederken, Pakistan’da haziran sonundan bu yana hayatını kaybedenlerin sayısı 823’e ulaştı.
Pakistan geçtiğimiz yıllarda da yıkıcı sellerle gündeme gelmişti. 2022’deki felaket 1.700’den fazla can almıştı. Uzmanlar, muson yağmurlarının şiddetinin iklim değişikliği nedeniyle her geçen yıl arttığını vurguluyor.
TBMM’de su krizine ilişkin basın toplantısı düzenleyen CHP İstanbul Milletvekili Evrim Rızvanoğlu, Türkiye’nin hızla geri dönülmez bir felakete sürüklendiğini söyledi. “İzmir’den Konya’ya, Aksaray’dan İstanbul’a… Yeraltı suları çekiliyor, obruklar açılıyor, göller kuruyor, barajlarımızdaki su damla damla tükeniyor. Kritik eşik çoktan geçildi; hem toprağın altı hem de üstü susuzluğun pençesinde” diyen Rızvanoğlu, Birleşmiş Milletler’in Türkiye’yi en riskli 17 ülke arasında gösterdiğini hatırlattı. “Bugün kişi başına 1.313 metreküp su düşüyor, 2030’da 757’ye gerileyerek bizi su fakiri yapacak” sözleriyle tabloyu özetledi.
Krizden yalnızca iklimin değil, yanlış siyasi tercihler ve ihmallerin sorumlu olduğunu vurgulayan milletvekili, “Bu iktidar suyu yönetemiyor” dedi. Havzalarda kapasitenin üzerinde su tahsisi yapıldığını, tarımsal sulamada israf yaşandığını, suyu korumak için ayrılan bütçenin harcanmadığını, maden ruhsatlarının rekor hızla dağıtıldığını, yerel yönetimlerin karar mekanizmalarından dışlandığını belirtti. İstanbul özelinde ise Ömerli Havza Planı’nın yıllardır bekletildiğini, Melen Barajı’nın çürütüldüğünü ve Sazlıdere Barajı’nın Kanal İstanbul uğruna feda edildiğini söyledi. “İstanbul bir gün bile susuz kalamaz, çünkü bu kentin su güvenliği Türkiye’nin güvenliğidir” diyen Rızvanoğlu, “Başka bir su politikası mümkün. Suyu meta değil, temel bir kamusal hak olarak tanımlamak zorundayız” sözleriyle çözüm çağrısı yaptı.
Bütçedeki harcama eksikliğine değinen Rızvanoğlu, “Tarım ve Orman Bakanlığı’nın 2025 bütçesinde ‘Su Kaynaklarının Korunması’ programı için 509 milyon lira ayrılmış. Ama yılın ilk altı ayında sadece yüzde 24’ü harcanmış. Her yerde su kesintisi yaşanırken, insanlar musluktan su bulamazken bu paralar nerede? Suyu korumaya ayrılan kaynak, saraylara, makam araçlarına, yandaş ihalelere gidiyor” diye konuştu.
Rızvanoğlu, “Su Yönetimi Raporu ‘Maden ruhsatları verilirken yeraltı sularına etkiler dikkate alınmalı’ diyor. Peki iktidar ne yapıyor? Tam tersini. Meclis’ten ‘süper tehdit yasası’nı geçiriyor, maden şirketlerine rekor hızla izin veriyor, ÇED süreçlerini kısaltıyor. Suyun korunması mı? O yine ikinci plana atılıyor” ifadelerini kullandı.