DOLAR 42,4535 0.02%
EURO 49,6903 0.27%
ALTIN 5.730,40-0,17
BITCOIN 3941454-0.13650000000000001%
İstanbul
14°

AÇIK

SABAHA KALAN SÜRE

Şarkul Avsat

Şarkul Avsat

01 Aralık 2025 Pazartesi

Korku sinemasını şekillendiren katil Netflix seyircisiyle buluşuyor

Korku sinemasını şekillendiren katil Netflix seyircisiyle buluşuyor
0

BEĞENDİM

ABONE OL

İsveçToplumsal Cinsiyet Eşitliği Ajansı, kadın siyasetçilere yönelik nefret, tehdit ve tacizin arttığını ve bu durumun kadınları korkutarak siyasetten uzaklaştırdığını bildirdi.

İskandinav devletine bağlı kurum, bu durumun “demokrasiye yönelik büyük bir tehdit” oluşturduğu uyarısında bulundu.

52 yaşındaki Anna-Karin Hatt’ın ekimde Merkez Parti liderliğinden çekilmesi sonrasında kadınların İsveç siyasetindeki rolüne dair tartışma başladı.

Bu görevi yalnızca 5 ay sürdürebilen Hatt, aldığı tehditleri istifasına gerekçe gösterirken şu ifadeleri kullanmıştı:

Sürekli tetikte olmak zorunda kaldığını ve tamamen güvende olmadığını hissetmek… Evde bile böyle… Bu durum, beni düşündüğümden çok daha fazla etkiledi.

Guardian, üç yıl önce bir erkeğin, aynı görevi üstlenen Annie Lööf’ü hedef alan bir suikast planı düzenlemekten hüküm giydiğini hatırlattı.

Birleşik Krallıkgazetesi içinHatt’ın kararını yorumlayan Lööf, “Anlattığını anlıyorum, ne hissettiğini biliyorum” dedi.

fgthy
10 milyonu aşkın nüfusuyla İsveç, dünyada en yüksek eşitlik standartlarına sahip ülkeler arasında gösteriliyor (Reuters)

Ülkedeki araştırmacılar, siyasi sahnenin son yıllarda daha kutuplaşmış ve bölünmüş bir hale geldiğine dikkat çekiyor. Bu durumun toplumsal tartışmayı ve kanun yapımını zorlaştırdığı bildiriliyor.

İsveç Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Ajansı yöneticilerinden Line Säll, bu siyasi ortamın “pek çok grubu korkuttuğunu” ve kadınların politikaya atılmadan önce “iki kere düşündüğünü” aktardı.

İfade özgürlüğü ve cinsiyet eşitliği konusunda dünyanın en önde gelen ülkeleri arasında sayılan İsveç’te istatistikler bu iddiaları yalanlıyor.

İsveç Ulusal Suç Önleme Konseyi’nin bu yıl siyasetçilerin güvenliğine dair yaptığı anket, seçilmiş kadınların yüzde 26,3’ünün üstlendikleri pozisyonlar yüzünden tehdit ve tacizlere maruz kaldıklarını ortaya koydu. Erkeklerdeyse bu oranyüzde 23,6 olarak ölçüldü.

Savunmasız hissetmede fark daha da büyüdü. Kadınların yüzde 32,7’si, erkeklerinse yüzde 24’ü bu tarz hisler yaşadığını bildirdi.

Cinsiyetten bağımsız olarak yabancı kökenlilerde bu oran yüzde 31,5 çıkarken, aileleri de İsveç geçmişine sahip olanlarda yüzde 24,1.

Katılımcılar, başta sosyal medya olmak üzere çeşitli platformlardaki görünürlüklerini azaltmak zorunda kaldıklarını söyledi.

Guardian, konuyla ilgili haberinde İsveç’teki bilgi edinme özgürlüğü yasalarının pek çok yurttaşın adres gibi özel bilgilerinin internette açık bir şekilde gösterilmesine neden olduğunu bildirdi.

Bu durumun siyasetçilerin savunmasız hissetmesinde etkili olduğuna işaret edildi.

Independent Türkçe,Guardian, AP

Devamını Oku

İstanbul’da tatil yaparken hayatını kaybeden ailenin odasında zehirli gaz bulundu

İstanbul’da tatil yaparken hayatını kaybeden ailenin odasında zehirli gaz bulundu
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Kemal Allam

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile ABD Başkanı Donald Trump arasında geçtiğimiz ay yapılan görüşmede, Trump Erdoğan’ın sandalyesini çekerken “Onlar çok akıllı, çok güçlü” ifadelerini kullandı. Trump ile Erdoğan arasındaki şahsi ilişki ve Trump’ın Erdoğan’a duyduğu hayranlık herkesin malumu olsa da Trump’ın, Dışişleri Bakanı Hakan Fidan ve Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) Başkanı İbrahim Kalın’a dönerek “Onlar çok akıllı” sözlerini tekrarladığı kameralara yansıdı.

ABD’nin hem Suriye hem de Ukrayna dosyalarında Türkiye’ye güvendiği biliniyor. Ancak Erdoğan’ın bölgenin ‘güçlü adamı’ olduğu şeklindeki bilinen anlatının ötesinde, Türkiye’nin küresel sahnede artan nüfuzunun ardındaki asıl itici güç, Latin Amerika ve Afrika’dan Doğu Asya’nın uzak bölgelerine kadar jeopolitik meselelerde Türk istihbaratının derinleşen rolüdür. Analistler genellikle Türkiye’deki ‘derin devletin’ nüfuzuna odaklansa da Ankara’yı uluslararası sahnede daha etkili bir konuma taşıyan, bu sistemin Türkiye sınırları ötesinde oynadığı artan rolü oldu.

Türk istihbaratının rakiplerine üstünlüğünün tarihteki köklerini anlamak için son zamanlarda yayınlanan üç kitaba başvurabiliriz. Bunlardan ilki tarihçi Emrah Safa Gürkan tarafından kaleme alınan “Sultanın Casusları” adlı kitaptır. Yazar Gürkan bu kitapta, Osmanlı İmparatorluğu’nun gözetleme ve taktik keşiflerin yanı sıra geniş bir stratejik casusluk ağına sahip olduğunu, geleneksel casusluk yöntemlerini kullandığını ve hatta Avrupa saraylarının siyasetine doğrudan müdahaleyi kullandığını belirtiyor.

Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra hiçbir ülke, Sovyetler Birliği’ne karşı Atatürk’ün kurduğu Türkiye Cumhuriyeti’nden daha etkili bir istihbarat teşkilatına sahip olmamıştı. Türkler, Soğuk Savaş döneminde Batı’nın birincil gözü ve kulağıydı.

Osmanlı İmparatorluğu, Habsburglar ve Kutsal Roma İmparatorluğu’ndan Vatikan’ın kararlarını etkilemeye kadar, coğrafi konumunu ve insan sermayesini kullanarak Avrupa siyasetinde önemli bir rol oynadı. Osmanlı tüccarları, sanatçıları ve diplomatları kıtaya yayıldı, yerel topluluklara entegre oldu ve karar alma süreçlerine katıldı. Yüzyıllar boyunca gerçek bir rakibi olmayan Osmanlı İmparatorluğu’nun bu gücü, Britanya İmparatorluğu’nun desteğini alan Akdeniz güçleri, Avrupa’nın iç işlerine açıkça müdahale etmeye başlayana kadar devam etti.

İbrahim Kalın ve Hakan Fidan gibi isimleri anlamak için kavramsal bir çerçeve sunan diğer iki kitap ise Egemen Bezci’nin “Türk İstihbaratı ve Soğuk Savaş: ile ABD ve İngiltere Arasında Türk Gizli Servisi” ile Benjamin C. Fortna tarafından kaleme alınan ve Türkçe’ye “Kuşçubaşı Eşref” adıyla çevrilen eserlerdir. Fortuna’nın ilk kez 2016 yılında yayınlanan çalışması, Türkiye’nin modern Milli İstihbarat Teşkilatı’nın (MİT) kurucu babası sayılabilecek, “Türkiye’nin Arabistanlı Lawrence’ı” olarak bilinen Eşref Kuşçubaşı’nın gizemli dünyasını inceliyor.

Kafkasya bölgesinden olan Kuşçubaşı Eşref, Osmanlı istihbaratının üstünlüğünü somutlaştırdı. Rusya’ya karşı askeri yenilgileri, çok sayıda mülteciyi seferber ederek ve onları imparatorluk projesinin hizmetinde birer araç olarak kullanarak stratejik kazançlara dönüştürdü. Osmanlı Devleti’nin hem insanını hem de coğrafyasını kullanarak rakiplerini zayıflatmadaki kurnazlığını örneklendirmişti; bu özellik, günümüz Türk istihbarat teşkilatında da varlığını sürdürüyor.

sdfrgt
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve ABD Başkanı Donald Trump, ABD’nin başkenti Washington’taki Beyaz Saray’da bir araya geldi, 25 Eylül 2025 (Reuters)

Osmanlı İmparatorluğu son dönemlerinde ‘Avrupa’nın hasta adamı’ olarak tanımlanıyordu, ancak yine de Kırım’dan Libya’ya ve Hindistan’a kadar birçok cephede İngiliz, İtalyan ve Rus imparatorluklarını devirmeye çok yaklaştı. Bazı önyargılı Avrupalı tarihçilerin tasvir ettiği kadar zayıf değildi. Güç dengesizliğine rağmen, sayıca daha az ve silahları daha zayıf olan Osmanlı ordusu, Libya’da İtalyanlara, Bulgaristan’da Ruslara ve Irak ile Çanakkale’de İngilizlere önemli yenilgiler yaşatmayı başardı.

Bu başarıların çoğu, Osmanlıların askeri teknik üstünlüğünden ziyade, düşman hatlarının gerisinden elde ettikleri istihbarat bilgilerine atfedilebilir. Osmanlılar bu konuda o dönemde Almanların desteğine güveniyorlardı. Egemen Bezci’nin kitabı, Osmanlı istihbaratını, dağılmış imparatorluğun ordusunu miras alan modern Türk devletiyle ilişkilendirerek bu mirası okuyucusuyla buluşturuyor.

Mustafa Kemal Atatürk’ten İsmet İnönü ve Fahrettin Altay’a kadar, ilk dönem devlet adamlarının ve yurtdışı büyükelçilerinin çoğu, cumhuriyet kurulmadan önce imparatorluğun çeşitli bölgelerinde görev yapmış subaylardı. Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra hiçbir ülke, Sovyetler Birliği’ne karşı Atatürk’ün kurduğu Türkiye Cumhuriyeti’nden daha etkili bir istihbarat teşkilatına sahip olmamıştı. Türkler, Soğuk Savaş döneminde Batı’nın birincil gözü ve kulağıydı. Bunu, Almanya’daki göçmen işçileri Sovyetler Birliği’ni gözetlemek için kullanarak ya da Baas Partisi iktidara gelmeden önce Suriye’de gerçekleşen birçok darbeye derinlemesine müdahil olarak yaptılar.

Kitabının bir bölümünü tamamen Suriye’ye ayıran Bezci, ABD ve İngiltere’nin bu ülkede neler yaptığını ortaya koyuyor ve Suriye’de bugün neler olup bittiğini anlamayı kolaylaştıracak bir giriş sunuyor. Suriye, sadece Şam’ı kimin yöneteceğini belirleyen bir arena değil, aynı zamanda Sovyetlere karşı yürütülen karşı casusluk operasyonlarında hayati bir merkezdi ve önemi Çin’e kadar uzanıyordu.

Polonya ve Macaristan başta olmak üzere Avrupalılar bile, Türk Hava Kuvvetleri’nin dikkat çekici yükselişi nedeniyle, sadece istihbarat konusunda değil, askeri teknoloji konusunda da Türkiye’ye güvenmeye başladılar.

Genç Türkiye Cumhuriyeti, yüzyıllara dayanan kurumsal hafızayı miras aldı. Modern istihbarat literatüründe yaygınlaşan ve bugün Hillary Clinton, Donald Trump ve NATO ülkelerinin liderleri gibi politikacılar tarafından kullanılan ‘derin devlet’ kavramının ilk çıkış noktasının Osmanlıların ‘derin devlet’ ifadesi olduğu söylenebilir. Osmanlı İmparatorluğu, imparatorluğun çöküşünden sonra hayatta kalmak için bir mekanizma olarak son günlerinde bu terimi icat etti. Böylece bu mirası sadece yeni cumhuriyette değil, Türklerin nüfuz alanı içinde kabul edilen uzak topraklarda da devam ettirebildi.

Hakan Fidan ve İbrahim Kalın da bu mirasın günümüzdeki mirasçıları olarak karşımıza çıkıyor.

Donald Trump’ın Türklerin ‘çok akıllı’ olduğu yönündeki açıklamasına geri dönelim. ABD Başkanı, bu sözle yetinmedi, onların bu kadar güçlü ve zeki olmalarını sevmediğini belirterek, ihtiyatlı ama samimi bir dille hayranlığını “Onları görmezden gelmek mümkün değil” sözleriyle ifade etti. “Türkiye Suriye’yi ele geçirdi” şeklindeki tekrar eden ifadesinden ise Ukrayna’nın Rusya’ya karşı insansız hava araçları (İHA) ile yürüttüğü savaşında Ankara’nın rolüne kadar, Washington’ın Türkiye’ye bakışında bir değişiklik olduğu açıktı.

fghy
Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunun yüzüncü yılını kutlamak için İstanbul Boğazı’nda düzenlenen deniz geçit töreninde, TCG Anadolu (L-400) çok maksatlı amfibi gemisinde bulunan bir Bayraktar TB2 İHA’sı ve helikopterler, 29 Ekim 2023 (AFP)

Trump’ın Suriye’ye tekrar tekrar odaklanması, Türk istihbaratının başarısının kanıtı oldu. MİT Başkanı İbrahim Kalın, Beşşar Esed’in Rusya’ya kaçmasının ardından Şam’a ilk giden yetkili oldu. Akademisyenlik, klasik müzik, dilbilim ve felsefe gibi çok yönlü bir kariyere sahip olan Kalın, ABD’de eğitim görmüş, ancak kökleri Asya’ya dayanan bir düşünürdür.

Türkiye’nin Şam Büyükelçisi (Nuh Yılmaz), Suriye ve Irak’taki savaş dosyaları arasında gidip gelerek uzun yıllar gölgede kaldıktan sonra, dışişleri bakan yardımcısı olarak kamuoyu önüne çıktı ve ardından şu anki görevine atandı. Rusları ve İranlıları ustaca atlatmayı başaran Büyükelçi hem Türkiye’nin hem de ABD’nin Suriye’de istikrarı sağlamak için ihtiyaç duyduğu kişi haline geldi.

Bir diğer örnekte, İran’da dokuz yıl görev yapan bir Türk diplomat, Türkiye’yi Tahran’la gizli ilişkilerde ve ona karşı yürütülen casusluk faaliyetlerinde kilit oyuncu haline getiren ‘gölge savaşçılardan’ biri olarak değerlendiriliyor.

Çerkeslerin Türk istihbaratında oynadığı rol, Karadeniz bölgesinin jeopolitiğinde Rusya’ya üstünlük sağladığından Moskova’nın Ankara ile koordinasyon kurmaktan başka çaresi kalmamıştır. Türk derin devleti ile Kırım Tatarları arasındaki sağlam bağlar, Rusya’nın bu bölgede yayılmasına karşı mücadelede kilit bir faktör olarak rol oynuyor.

Bu üstünlük, ABD’nin sadece gözlemci olarak kaldığı Ermenistan’da Rusya ile yaşanan çatışmada da açıkça görüldü. Hatta bazıları Türkiye’nin, Yakın Doğu İşlerinden Sorumlu Dışişleri Bakan Yardımcılığı görevi için aday gösterdiği Joel Rayburn’ün geri çekilmesinde parmağı olduğunu, çünkü Türkiye’nin uzun süredir Rayburn’ün Suriye konusundaki vizyonuna karşı çıktığını söylüyor. Bir de Trump’ın Türkiye’deki elçisi olmaktan ziyade şakayla karışık ‘Türkiye’nin Ortadoğu Temsilcisi’ olarak anılan ABD’nin Ankara Büyükelçisi (Tom Barrack) var ki, bu da Türkiye’nin ABD’nin üst düzey çevrelerinde ne kadar etkili olduğunu gösteriyor.

Polonya ve Macaristan başta olmak üzere Avrupalılar bile, Türk Hava Kuvvetleri’nin dikkat çekici yükselişi nedeniyle, sadece istihbarat konusunda değil, askeri teknoloji konusunda da Türkiye’ye güvenmeye başladılar. Şarku’l Avsat’ın al Majalla’dan aktardığı analize göre bu durum artık ABD savunma sanayisine girmeye hazırlanan Bayraktar İHA’larıyla sınırlı kalmayıp Türk istihbaratının, özellikle Hakan Fidan’ın rolüyle yükselişe geçen Pavo Group ve Canik Arms gibi daha küçük şirketleri de kapsıyor.

“Küresel güçlerin savunma tedarikçisi olarak Türkiye’ye yönelmesinin sebebi sadece teknoloji değil, aynı zamanda insan ve teknik unsurları içeren entegre bir istihbarat sistemi olması da buna itiyor.

Fidan, dışişleri bakanlığı görevini üstlenmeden önce yaklaşık 15 yıl boyunca Türkiye’nin istihbarat teşkilatının başında görev yaptı. Ayrıca, Ankara’nın Latin Amerika’dan Afrika ve Güney Asya’ya kadar uzanan etki alanını genişletmesinde önemli bir rol oynayan, Türkiye’nin dünya çapındaki yardım programından da sorumluydu.

Endonezya tarafından satın alınan ve diğer Doğu Asya ülkelerinin de ilgisini çeken TUSAŞ Kaan savaş uçağı, sadece bir mühendislik projesi değil, Türkiye’nin ABD’ye bağımlı olmadan kendi motorlarını geliştirme konusundaki bağımsızlığının da bir ifadesidir.

dfgt
Dışişleri Bakanı Hakan Fidan ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin (KKTC) bölünmüş başkenti Lefkoşa’da, 1974 yılında Kıbrıs’ın işgalini anmak için düzenlenen askeri geçit törenine katıldılar, 20 Temmuz 2025 (Reuters)

Küresel güçlerin savunma tedarikçisi olarak Türkiye’ye yönelmesinin sebebi sadece teknoloji değil, aynı zamanda insan ve teknik unsurları içeren entegre bir istihbarat sistemi olması da buna itiyor. Türkiye’nin ABD ve Avrupa’ya tamamen bağımlı olmadan öğrenme, uyum sağlama ve yenilik yapma kabiliyeti, onu ABD’nin savunma alanında hegemonyasına alternatif arayan Afrika, Asya ve hatta Güney Amerika ülkeleri için cazip bir seçenek haline getirdi.

Türk istihbaratının yükselişi Trump’ın dikkatini çekerken, Avrupalılar da Ankara’yı Rusya ve Çin’e karşı stratejik bir seçenek olarak görmeye başladı.

Devamını Oku

Çin’den elektrikli araç üreticilerine uyarı: Fiyatları düşürmeyin

Çin’den elektrikli araç üreticilerine uyarı: Fiyatları düşürmeyin
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Moody’s, güçlü petrol dışı büyümenin desteğiyle Suudi Arabistan’ın Aa3 notunu teyit etti

Uluslararası kredi derecelendirme kuruluşu Moody’s, Suudi Arabistan’ın kredi notunu ‘Aa3’ olarak teyit etti ve görünümünü ‘durağan’ olarak belirledi. Kuruluş, Suudi ekonomisinin önümüzdeki yıl güçlü ekonomik büyüme göstermesine olumlu bakıyor; özellikle ekonomik çeşitlendirme çabaları sayesinde petrol dışı sektörlerdeki güçlü büyümeyi destekliyor.

Moody’s, Suudi Arabistan’a yönelik düzenli not gözden geçirmesinde, ülke ekonomisinin gücüne ve mali politikalarının istikrarına dikkat çekerek, Aa3 notunun büyük ekonomik hacim, yüksek gelir düzeyi ve güçlü kamu bütçesi ile desteklendiğini vurguladı. Kuruluş ayrıca, ülkenin ekonomik çeşitlendirme programlarında kaydettiği ilerlemeyi de öne çıkardı.

Moody’s’in Aa3 notunu teyit etmesi ve durağan görünümü, Suudi Arabistan’ın kredi değerliliğinin istikrarlı olduğunu gösteriyor. Bu durum, kuruluşun Kasım 2024’te ülke notunu A1’den Aa3’e yükseltmesinin ardından geldi; yükseltme, ekonomik reformlarda sağlanan ilerlemeye dayanıyordu. Diğer büyük uluslararası derecelendirme kuruluşları da Suudi Arabistan’ın güçlü kredi profilini onaylıyor. Standard & Poor’s ve Fitch, ülkeye A+ notu ve durağan görünüm verirken, bu yüksek dereceler ülkenin mali ve dış pozisyonunun gücünü ve artan ekonomik esnekliğini teyit ediyor.

Ekonomik momentum güçlü seyrini sürdürüyor; özellikle petrol dışı sektörler güçlü büyüme oranları yakalamaya devam ediyor. Moody’s, Suudi Arabistan’ın gayri safi yurtiçi hasılasının (GSYİH) 2025’te yaklaşık yüzde 4 oranında büyümesini bekliyor; bu oran, 2024’teki yüzde 2’lik büyümenin üzerine çıkıyor. 2026 yılında ise büyümenin yüzde 4,5’e ulaşması öngörülüyor. Bu dönemde petrol sektörü, OPEC+ ittifakının üretimi artırmaya başlamasıyla birlikte yeniden büyüme eğilimine girecek.

frg
Riyad’da açık havada futbol maçı izleyen insanlar (Reuters)

Suudi Arabistan hükümeti, gelecek yıl için ekonomik büyüme tahminini önceki yüzde 3,5 seviyesinden yüzde 4,6’ya yükseltmişti. Bu artış, büyük ölçüde petrol dışı sektörlerin beklenen büyümesine dayanıyor. Moody’s de açıklamasında, petrol dışı faaliyetlerin büyük projelerin kesintisiz şekilde yürütülmesini desteklediğine dikkat çekti.

Uluslararası Para Fonu (IMF) ise Suudi ekonomisinin 2025 ve 2026 büyüme tahminlerini yüzde 4’e yükseltti. IMF, bu büyümenin arkasında petrol dışı sektörlerdeki önemli genişleme ve OPEC+ çerçevesinde kademeli petrol üretim kesintilerinin bulunduğunu belirtti. Kuruluş, Suudi Arabistan ekonomisinin şoklara karşı güçlü bir dayanıklılık gösterdiğini vurguladı ve enflasyonun yaklaşık yüzde 2 seviyesinde istikrarlı kalacağını öngördü.

Suudi Arabistan’ın ekonomik gücü, büyük ekonomik hacmi, yüksek kişi başı gelir seviyesi ve düşük üretim maliyetleriyle birlikte bol hidrokarbon kaynaklarına dayandırılıyor. Moody’s’in açıklamasına göre, ülkenin güçlü kurumları ve iyi yönetim yapısı, 2016’dan bu yana uygulanan kapsamlı reform ajandasındaki önemli ilerlemeyi destekliyor. Mali gücü ise nispeten düşük kamu borç yükü, borçlanma maliyetlerini karşılayabilme kapasitesi ve güçlü devlet mali varlıklarına dayanıyor.

frg
Kral Abdullah Finans Bölgesi’ndeki (KAFD) Riyad tren istasyonu dışında yürüyen insanlar (Reuters)

Buna karşın, Suudi Arabistan’ın risklere maruz kalabilirliği, daha çok siyasi risklerden kaynaklanıyor; bu riskler, bölgesel jeopolitik dinamiklerin zorluklarını yansıtıyor.

Moody’s, petrol fiyatlarının yüksek harcamaları destekleme kapasitesinin azaldığını belirtmesine rağmen, hükümetin ekonomik dönüşüm sürecini desteklemek amacıyla ekonomik dalgalanmalara karşı mali politika uyguladığını vurguladı.

Moody’s, durağan görünümün, ülkenin kredi notunu etkileyen risklerin dengede olduğunu gösterdiğini belirtti. Kuruluş, büyük ölçekli çeşitlendirme projelerinin daha fazla ilerlemesinin, özel sektörü çekebileceğini ve petrol dışı ekonominin mevcut tahminlerden daha hızlı şekilde gelişmesini teşvik edebileceğini kaydetti.

Suudi Arabistan Ekonomi ve Planlama Bakanı Faysal el-İbrahim geçen ay yaptığı açıklamada, ülkenin doğrudan ve dolaylı olarak petrol bağımlılığının yüzde 90’dan yüzde 68’e gerilediğini, bugün petrol dışı faaliyetlerin ise GSYİH’nin yüzde 56’sını oluşturduğunu duyurmuştu.

Devamını Oku

Mağara idolünü denediniz mi?

Mağara idolünü denediniz mi?
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Francis Bacon’ın “dört idol” teorisinin ilk yayınlandığında geniş çaplı bir tartışmaya yol açtığını tahmin ediyorum. Kendi gözlerimle şahit olmadım (sevgili okuyucularım bunu kesinlikle biliyor) ve böyle bir gerçeği doğrulayan hiçbir şey okumadım. Ama dünün bugün gibi olduğunu biliyorum; yaygın anlayışlarla çelişen her görüş, az ya da çok bir tartışmaya yol açacaktır.

Sevgili okuyucularım, Bacon’ın insan zihninin her zaman benliğin içindeki ve çevresindeki faktörlerden etkilendiği ifadesini belki hatırlıyorlardır. Bu faktörlerin en önemlisi, insanın vardığı yargıları incelemeden genelleme eğilimidir. Bacon buna “kabile idolü”, ardından “mağara idolü” adını vermiştir. Bunlar, bir bireyin sosyal bağlılığından, kültür kaynaklarından, ilgi alanlarından ve kişiliğini şekillendirmeye katkıda bulunan diğer etkilerden kaynaklanan kişisel eğilimlerdir. Üçüncü ve dördüncüsü “pazar idolü” ile “sahne idolü”dür ve bunları önümüzdeki günlerde tartışacağız.

Bacon’ın teorisinin karşı karşıya kaldığı temel tartışmanın şu olduğunu varsayıyorum: Eğer dört idol zihni, onu karanlık ve etkisiz, hakikatleri ayırt edemeyecek hale getirecek kadar etkiliyorsa, daha sonra onu fikirleri ve algıları yapıbozuma uğratmak ve yeniden inşa etmek için nasıl kullanabiliriz? Saf bilgiyi olumsuz etkilerle kirlenmiş olandan nasıl ayırabiliriz?

Bacon’ın görüşüne karşı çıkanlar, sanki kirli bir kap sebebiyle zehirlenmiş bir hastaya “aynı kaba daha fazla ilaç koy, iyileşeceksin” der gibi, bunun içsel bir çelişki içerdiğini iddia ediyorlar. Önce hastalanmama neden olan kap, daha sonra tedavimin aracı olabilir mi? Aynı şey, yanılsamalardan ve “idollerden” etkilenen bir zihin için de geçerli; etkilendikten ve düşüncesi doğru yoldan saptıktan sonra nasıl doğruya geri dönebilir ve dünyasını düzeltebilir?

Francis Bacon’ın buna bir cevabı var ve sorunu ve çözümü açıklamak için Platon’un Mağara alegorisinden alıntı yaptığını düşünüyorum. Özetle şöyledir; bir mağaraya zincirlenerek hapsedilmiş insanlar vardır ve giriş de tam arkalarındadır. Girişten giren ışık mağara dışındaki insanlar hareket ettikçe gölgelerini girişin karşısındaki duvara yansıtır. Zaman geçer ve bu sürede mağaradaki mahkûmlar duvardaki gölgelerin hareketinden başka bir şey görmezler. Bu gölgelerin, dünyadaki hareketin tam bir temsili olduğu onlar için kesinleşir. Bir gün içlerinden biri serbest kalır ve dışarı çıktığında, insanların hareketlerinin boyut, yön ve etki bakımından tamamen farklı olduğunu görür. Mağarada gördükleri gölgeler, bu hareketin yalnızca küçük bir yansımasıdır ve gerçek doğasını ortaya koymamaktadır. Geri dönüp mağaradaki diğer mahkûmlara bunu anlatır, ancak arkadaşları ona inanmazlar; arkadaşlarının “mağaradaki dünyadan” ayrıldıktan sonra deliliğe yakalandığını varsayarlar. Zira nasıl olur da anlatılanlara inanıp kendi gözlerini yalanlarlar? Eski bir Arap deyişi sanki bunu anlatmaktadır:

Ey soyluların oğlu, yaklaşıp sana söylenenlere bir bakmaz mısın?

Çünkü görmek, duymak gibi değildir

Mağara alegorisi, insan hafızasının ve zihninin, kendisi için hayali bir dünya kuran önyargılı bilgilerle dolu olduğunu anlatır. Ancak, insan kendi gözleriyle gördüğü için bunun gerçek bir dünya olduğundan asla şüphe etmez (ama aslında zihninin tasvir ettiğini görür, ancak yanılsama ile gerçekliği birbirinden ayıramaz).

Çevrenizle, dilinizle, hâkim kültürünüzle ve geleneklerinizle etkileşimlerinizden, ayrıca çalışma, okuma ve kişisel deneyimlerinizle yarattığınız fikirlerden zihninize sızanlar, hepsi bir araya gelerek hafızanızı ve zihninizi oluşturur. Bacon’ın mağara idolü dediği şey budur; yani zihninizi hapseden sistem veya mağaradır.

– Peki zihin nasıl açılır, yanlış yöne gittiğini nasıl keşfeder, yanılsama ile gerçekliği nasıl ayırt eder?

Platon’un cevabı şu: Mağaradan çıkarsa farklı dünyalar görecektir, daha önce bildiklerini şimdi gördükleriyle karşılaştırmak zorunda kalacaktır. O zaman zihninde şüphe uyanacak ve zihin verileri yeniden düzenleyip karşılaştırmaya başlayacaktır.

Özetle, zihin tek bir yönden, tek bir ortamdan ve tek bir söylemden kurtulduğunda, alternatifleri gördüğünde, karşılaştırma ve seçim yapma imkanına kavuştuğunda rolünü yeniden kazanmaya başlar. Belki de her birimiz şimdi kendimize şu soruyu soruyoruz; mağaramızı keşfettik mi ve kendimizi ondan kurtarmaya çalışıyor muyuz?

Devamını Oku

Filistin devleti, İsrail ile çatışmanın seyrini değiştiriyor!

Filistin devleti, İsrail ile çatışmanın seyrini değiştiriyor!
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Dışişleri Bakanı David Lammy’nin Avam Kamarası’nda Keir Starmer hükümetinin sözünü yerine getirmekte kararlı olduğunu vurgulamasının ardından, İngiltere’nin Filistin devletini tanıması dosyası bu ayın başında kritik bir aşamaya girdi. İsrail’de Binyamin Netanyahu hükümeti, Starmer’ın ağustos ayında Gazze savaşının sona erdirilmesi, kapsamlı bir ateşkes taahhüdü ve Batı Şeria’ya yönelik ilhak planlarının durdurulması gibi dillendirdiği koşulların hiçbirine olumlu yanıt vermedi. Ancak İsrail çevrelerinden sızan bilgiler, Tel Aviv’in Avrupa’nın hamlelerine yanıt olarak yeni ilhak adımlarını değerlendirmeyi planladığına işaret etti. Bu durum, sahnenin karmaşıklığını ve şu aşamada İsrail’in koşulları kabul etmesine güvenmenin zorluğunu yansıtıyor. Ancak İngiltere bu yolda yalnız değil. Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, ülkesinin yaklaşan BM Genel Kurulu toplantılarında tanımayı destekleyeceğini açıkladı. Avrupalı ​​diplomatik kaynaklar, Danimarka, Norveç ve Belçika’nın, iki devletli çözümü somut diplomatik araçlarla yeniden canlandırmayı amaçlayan birleşik Avrupa kararı kapsamında, Londra ve Paris ile eşgüdüm içinde aynı adımı atmayı düşündüğünden bahsediyorlar.

Bu Avrupalı yaklaşım, Londra’yı zaman ile bir yarışa sokuyor. BM Genel Kurulu bu ayın 9’unda toplanacak ve İngiltere, özellikle son yıllarda Ortadoğu meselelerinde tereddütlü ve geç kaldığı eleştirilerinin ardından, Fransa’nın arkasında değil, onunla paralel hareket ettiğini göstermek istiyor. İngiliz Dışişleri Bakanlığı’ndaki bilgili kaynaklar, amacın yalnızca sembolik bir tanıma değil, diğer Avrupa ülkelerinin de art arda bu devleti tanımasını sağlayacak uluslararası bir ivme oluşturmak ve böylece bu meseleyi İsrail’in görmezden gelmesinin zor olduğu diplomatik bir gerçeklik haline getirmek olduğunu belirtiyorlar. Bu yaklaşımın Avrupa Birliği içinde giderek artan bir destek gördüğünü de ekliyorlar. Zira diplomatlar, daha fazla gecikmenin küresel kamuoyunun gözünde Avrupa’nın güvenilirliğini zedeleyeceğine inanıyor.

Ancak Amerikan faktörü güçlü bir şekilde varlığını sürdürüyor. Nitekim Starmer, kararını açık bir şekilde itiraz etmeyen ABD Başkanı Donald Trump ile görüştüğünü gizlemedi. Ancak İngiliz yetkililer, ABD’nin tutumunun, belki de yasadışı yerleşim yerleri üzerindeki İsrail egemenliğinin tanınmasıyla her an değişebileceğinden endişe duyduklarını ifade ettiler. Gözlemciler, böyle bir hamlenin Londra’yı ciddi bir ikileme sokacağını, çünkü bu durumda dış politika kararlarının bağımsızlığı ile Beyaz Saray ile stratejik ortaklığının korunması arasında bir denge kurmak zorunda kalacağını vurguluyorlar. Bu bağlamda, Avrupalı ​​diplomatlar, iki taraf arasında kamuoyu önünde bir çatışmayı önlemek için Londra ve Washington arasında görüşmeler yapıldığını, ancak Trump yönetiminin ABD içindeki İsrail yanlısı tabanı yatıştırmak için gerginliği tırmandırıcı önlemlere başvurmayacağına dair net bir garanti vermediğini bildiriyorlar.

Bu siyasi tartışmaya paralel olarak, insani boyut giderek daha acil hale geliyor. Lammy, Gazze’de yaşananları “insan yapımı bir felaket” olarak nitelendirerek, İsrail’i yardım girişine uyguladığı ağır kısıtlamalardan sorumlu tuttu. İngiliz hükümeti, trajedinin etkilerini hafifletmek amacıyla hamile kadınlara ve annelere hizmet sağlamak için 3 milyon sterlinlik ek bir bütçe ayırdığını duyurdu. BM kaynakları, Gazze’deki durumun önümüzdeki haftalarda daha da kötüleşebileceğini ve Avrupa ülkelerinin asgari düzeyde de olsa ahlaki güvenilirliklerini korumak istiyorlarsa, İsrail’e siyasi ve diplomatik baskı uygulanmasının kaçınılmaz olduğunu belirtiyorlar.

İngiltere içinde bu karar, Starmer hükümetinin Londra’nın Başbakan’a yakın çevrelerin “uluslararası adalet değerleri” olarak tanımladığı temellere dayalı bağımsız bir dış politika formüle edebileceğini gösterme arzusunu yansıtıyor. Ortadoğu meselesi uzun zamandır İngiltere’nin uluslararası hukuk ilkelerine bağlılığını ölçen bir test oldu ve şimdi Filistin’in tanınması Londra’nın artık seyirci konumundan etkili bir aktör konumuna geçmek istediği yönünde bir mesaj olarak yorumlanıyor. Ancak bu yol risksiz değil. Zira bu kararın, kendisini adil bir barışa doğru atılmış bir adım olarak görenler ile İsrail ve Washington’daki müttefikler ile bağları tehdit eden bir kumar olarak görenler arasında Parlamento’da hararetli bir tartışmaya yol açması bekleniyor. Muhalif milletvekilleri, İngiliz hukuk uzmanlarının, tanımanın devletlerin tanınması kriterlerine ilişkin hukuki sorunlara yol açabileceği yönündeki uyarılarına dikkat çekerken, destekçiler bunu daha fazla ertelenemeyecek ahlaki ve siyasi bir zorunluluk olarak görüyor.

İsrail’e gelince, Netanyahu’nun Batı Şeria’daki toprakların ilhakına devam etme olasılığını açıklaması, bir sonraki aşamanın ciddiyetini vurguluyor. Böyle bir tehdidin gerçekleştirilmesi, yalnızca Starmer’ın koşullarını çökertmek ile kalmayacak, aynı zamanda İsrail-Avrupa ilişkilerini siyasi meselenin ötesine, güvenlik ve ekonomik meselelere uzanabilecek bir çatışma rotasına sokacaktır. Diğer yandan, gözlemciler, İngiltere’nin Fransa ve belki de diğer 12 Avrupa ülkesiyle birlikte Filistin devletini tanımasının diplomatik güç dengesini değiştireceğini düşünüyor. Çünkü bu, Filistinlilere uluslararası forumlarda daha geniş bir meşruiyet kazandıracak ve giderek artan bir izolasyonla karşı karşıya olan İsrail üzerindeki baskıyı artıracaktır.

Gerçek şu ki, İngiltere tanımayı çatışmayı bitirecek sihirli bir çözüm olarak değil, İsrail’in yanında bir Filistin devletinin kurulmasını öngören uluslararası hukuk ilkesine dayanan siyasi bir adım olarak sunuyor. Ancak Gazze’de devam eden savaş ve kötüleşen insani durum göz önüne alındığında, bu adım geçmişe göre daha acil ve daha az sembolik görünüyor. Bu, Avrupa’nın artık mevcut durumun devam etmesini kabul etmediğine ve siyasi bir çözüme alternatifin daha fazla yıkım ve acı olacağına dair açık bir mesaj niteliğinde. Bu nedenle, Eylül 2025, yalnızca İngiltere için değil, tüm Avrupa için önemli bir ay gibi görünüyor. Zira tanımanın tek başına diplomatik bir adım olarak mı kalacağını, yoksa önümüzdeki yıllarda Filistin-İsrail çatışmasının seyrini değiştirebilecek yeni bir tanıma dalgasının kapısını mı açacağını belirleyecek.

Devamını Oku